HİDÂYET & DALÂLET

Doğru yolda olmak & Doğru yoldan çıkmak. = Sapmak. Sapıtmak. İki kavram birbirine zıt. Hidâyetin zıttı, dalâlet; (delâlet değil); dalâletin zıttı, hidâyet. 

Hidâyetin kökü HDY (هدى); dalâletin kökü DLL (ضل). Kitâb’ta HDY ve türevleri 316; DLL ve türevleri 191 yerde geçer. Çoğu zaman ikisi bir âyette veya birbirine yakın âyetlerde geçerler. 93/Duhâ Sûresi, 7. âyette : “ve vecedeke dâllen fe hedâ.” denir. Fâtihâ, 6. âyetin ilk kelimesi HDY’den ihdinâ; 7. âyetin son kelimesi DLL’den dâllîndir...

Hidâyet Allah’tandır; bu kesin, de, dalâlet kimdendir?!. Allah’tan olabilir mi, bu mümkün mü?!. Aslâ ve kat’â.

Allah, hidâyet arayana ve hidâyeti bulana yardım eder. Bunun için Kitâb’lar ve Elçiler (= din) gönderir. İnsanlar, Onlara inanır ve uyarsa hidâyete erer = doğru yolu bulur. Onları inkâr eder ve ben Onlardan daha iyi biliyorum derse, sapar, sapıtır.

Sapma, sapıtma, iki şekilde olur : 1. Kişi kendi sapar. 2. Kişiyi biri saptırır. İkisi de (sonuç olarak) sapma veya sapıklıktır. İlkinde, kişinin kendi hevâ ve hevesi (= azgın nefsi, aklı ve iradesi); ikincisinde başkalarının hevâ ve hevesi (= azgın nefsi, aklı ve iradesi) etkindir, baskındır ama sonuçta bu (sapma) kararı(nı) veren kişinin kendisidir. 

Sapıklar saptırır.

Kişi kendi sapar, sapıtır veya saptırılırsa, kendi içindeki şeytana (= ilâhehû hevâ); onu biri/bi başkası sapıtırsa, dışarıdaki şeytanlara (= putlara, tağutlara) uymuştur; onları ilâh edinmiştir.

Sapıklık, Allah dışında başka birilerini (= kendini/kendi nefsini veya başka nefisleri) ilâh edinme, onun veya onların sözünü, Allah’ın Sözünden üstün veya değerli görmedir. “Lâ ilâhe illâ-l Allah.” diyen biri, böyle bir durumdan uzak durur. 

Fâtihâ’nın 7. âyetinin 2. kısmı, Allah’ın gadab/gazap ettiği sapıklardan (= dâllînden) söz eder. 6. âyet, hidâyet isteğidir; ki bu, doğru yola tekâbül eder = “ihdinâ-s sırat-al müsteqîm.”; 7. âyetin ilk kısmı da bu yolu tarif eder = nimet verdiklerinin yoluna = “sırat-allezîne enamte aleyhim.”; “gayr-il mağdûbi aleyhim ve lâ-ddâllîn.” = gadab/gazap ettiğin sapıkların (= dâllîn) yoluna değil.

Duhâ, 7. âyette muhatap Efendimizdir, (aslında hepimiziz!). “Sen dâll bir hâlde idin, Biz Sana hidâyet verdik.” denir. Biz Sana dâlli değil, hidâyeti verdik. Dâll, Sendeydi, Biz Senden onu aldık, yerine hidâyeti koyduk. 

Biz, birbiri ile çelişen işler yapmayız. Bir insana hem dalâlet hem hidayet vermeyiz. Hidâyet verme = teklif etme, sunma, Bizim işimiz; bunu reddederek dalâleti tercih etme veya alma, insanın kendi bileceği (seçeceği) iş.

Hidâyet, Allah’ı Rab bilme ve O’nu dinlemedir. Fussilet Sûresi 30. âyet, "Rabbimiz Allah’tır." sözüne sâdık kalanların = dosdoğru istikâmet tutturanların = “...rabbüna-Allah’u sümme-s tekâmû...”, korkmasına veya üzülmesine gerek yok, der. Ondan bir önceki 29. âyet, kimin saptırıcı olduğuna dairdir. Kıyamet günü kâfirler Rablerine : “rabbenâ erinellezeyni edallenâ min-el cinni vel ins...” Rabbimiz!, bize, ins ve cinden bizi saptıranları bi göster de onları ayaklarımızın altına bi alalım, derler.

Bu âyet, saptırıcıların kim olduğunu gayet açık bir şekilde söyler, açıklar : ins ve cin şeytanları. İns, ünsiyet (= yakınlık) kurduğumuz = tanıdığımız insanlar; cin, henüz tanışmadığımız ama bi şekilde, görmeden, uzaktan temas kurduğumuz insanlar. (ve onların organizasyonları.)

Cuma hutbesinde okunan şu hadis :

مَن يَهْدِهِ اللَّهُ فلا مُضِلَّ له، وَمَن يُضْلِلْ فلا هادِيَ له :

Allah, kime hidâyet verirse, onu saptıracak kimse yoktur; kimi de saptırırsa onu doğru yola iletecek yoktur, şeklinde değil de; Allah, kime hidâyet verirse, onu saptıracak kimse yoktur; kim de sapar veya saptırılırsa, onun için de hidâyet (= Hâdî) yoktur; şeklinde çevrilmelidir.

Kitâb’ın “ve men yudlilillahu femâ lehû min hâd/in” gibi âyetlerindeki men’ler de, kimi değil, kim olarak = Allah kimi saptırırsa değil, kim saparsa/sapıtırsa, Allah ona hidâyet vermez. (= ona yeni bir hidâyetçi = hâdî göndermez) şeklinde çevrilmelidir. Bu ve buna benzer âyetlerin çevirisi, tüm meallerden ve tefsirlerden düzeltilmelidir.

Kişiyi Allah’ın “saptırması”!, Kur’an’ın indirilişine, “ana-fikrine/mesajına”, Peygamberlerin (= Elçilerin) gönderilişine ve hesaba aykırıdır; bu yanlıştan bir ân evvel dönülmelidir.

Rabbe (de) güvenemezsek, başka kime güveneceğiz?!.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

NEREYE?!.

İMSAK ve İFTAR

DİKKATLİ/DİKKATLE DİNLEMEK