İSTEMEK

İstek ya da istemek :

1. İnsanın insandan isteği.

2. İnsanın Rabbinden isteği.

3. Rabbin İsteği.

İlki mâlum. Arz ve rica. Arz, yukarıya; rica, aşağıya. Buradaki yukarı-aşağı, ontik değil hiyerarşik.

İkincisi, duâ. Kulun Rabbinden isteği. 

Üçüncüsü, istek değil, Meşîyet.

İlk ikisi, cüz’î irade; üçüncüsü, Küllî İrade. Cüz’î irade, Küllî İrade kapsamındadır. İnsana iradeyi (murad etme, seçme kabiliyetini) de O vermiş, O vermeyi murad etmiş, dilemiştir.

O dilemeyince, biz dileyemeyiz. “ve mâ teşâûne illâ en yeşâellah.” (76/30. 81/29.)

Bu yazı, iki ve üçe, abd-Rab ilişkisine temas edecek.

Rabbin İradesi mutlaktır ama keyfî değildir; bizim irademizle de kayıtlanamaz. Biz (Rabbimizden) istedik (duâ ettik), mutlaka duâmız (kabul) olacak diye bir kayıt ve şart yok.

O, isterse verir (duâmız kabul eder); istemezse vermez (etmez) ama aslâ keyfî de davranmaz. (Bu cümlede kullandığım istek ve davranma kelimelerini aslında beğenmedim ama daha iyi bir kelime de bulamadım.) O, bazen biz istemeden verir; isteriz, vermez. Neden? Tam nedenini sadece O bilir ama bence verip-vermeme bizi deneme amaçlıdır. İsteriz, vermez; bakalım Benim hakkımda ne düşünecek, der. İstemeyiz, verir; bakalım ne yapacak, nasıl davranacak, ... der.

Bizim isteğimizle O’nun ‘isteği’ uyuşursa, ki bunu biz aslâ bilemeyiz, O’nun tarafından iyi ve sevilen bir kul oluruz.

Bize istemeyi veren de O’dur. İstemeyi vermeseydi, hiçbir şey/i isteyemez, hiçbir şeye sahip olamaz; sahip olduklarımızı da koruyamazdık.

Yazı yazmayı istiyorum ama yazamıyorum, dediğimde, zihnime yazacağım konu ile ilgili bilgileri getiremiyorum, demek isterim. Bunu kim getirir? Ân olur, bin kere tekrar ettiğim, çook iyi bildiğimi düşündüğüm bir kelimeyi (ismi vb.) hatırlayamam. Ân olur, üzerinde çook yoğun düşündüğüm ama içinden bir türlü çıkamadığım bir konuda birden aklıma/gönlüme bir işaret/iz, izlenim düşüverir, o mesele hâl yoluna giriverir. Bunlar nasıl olur/oluyor, bana bunları kim unutturuyor, kim hatırlatıyor?!.

Beni ya da sizi, üç-beş ya da sekiz-on saat hiç kalkmadan bir işin, bir kitabın başında kim tutuyor? Bizim isteğimiz mi? Hem evet, hem hayır.

Baktığımızda biz mi görüyoruz; gördüğümüzde biz mi anlıyoruz; duyduğumuzda biz mi işitiyoruz? Soruları çoğaltabiliriz. Hem evet hem hayır. 

“ve lev alimellahu fîhim hayran leesmeahüm, ve lev esmeahüm letevellev ve hüm mug’ridûn.” = “Allah, onlarda bir hayır olduğunu bilseydi!, onlara işittirirdi, işittirse bile onlar yine geri döner, yüz çevirirlerdi.” (8/23.)

O, her hâl ve şartta bizim ne yapacağımızı, nasıl davranacağımızı bildiği için, bazen istiyoruz veriyor; bazen vermiyor; bazen de istemeden veriyor. 

O bilir, biz bilemeyiz. “... vallahu yea’lemü ve entüm lâ tea’lemûn.” (3/66.)

Biz, O’nun bize lütfedeceğine sadece hazır olur, hazırlık yaparız; verip-vermemek O’na kalmıştır. O, bizdeki samimiyete, iyi niyete bağlı olarak verir ya da vermez. Verirse, nankörlük etmez, şükredersek, daha fazlasını = iyisini verir. Verince nankörlük edersek, ya az azaba uğrasın diye verdiğini kısar, keser ya da çok daha fazlasını verir ki çook daha fazla nankörlük edelim ve çook daha fazla azabı hak edelim!.

Vermedi diye Rabbe “küsülmez”!.

Verdi diye de böbürlenilnez.

O, herkese hak ettiğini verir. Dilediğine hesapsız; dilediğine kısarak/hesapla verir. Verdikleri, verilenlerin O’ndan bir mevhibe-i ilâhî olduğu bilirlerse, onlara Hikmet”i (de) verir. Hikmet, çoook büyük, en büyük hayırdır. “O, Hikmet’i dilediğine verir. Kime Hikmet verilmişse ona çook büyük hayır verilmiştir. Bunu ancak ülül elbâb (= derin düşünen temiz akıl sahibi) olanlar anlar. (2/369.)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET