HADİ Bİ FATİHÂ OKUYALIM (3)

İlk üç (Besmele ile dört) âyette, Rabbimiz bize Kendini tanıtır, bizle/bizimle “konuşur”; bundan sonraki âyetlerde de biz, Rabbimizle “konuşuruz”!.

İlk üç âyeti (= Rabbimizin konuşmasını! = azametini, yüceliğini, büyüklüğünü, rahmet ve merhametini) iyi anlayanlar :

(Ya Rabbî) Yalnız Sana kulluk = ibâdet eder, yalnız Senden yardım dileniriz = “iyyaKe na’budu ve iyyaKe nesteîn.”, derler. Bu, başkaları (= başka ilâhlar), bize ilâhlık edemez, merhamet edemez, yardım gönderemez, demektir. Bu âyetteki iyyaKe, hem kullukta hem yardımda (inâyette) Allah’a olan tahsisi ifâde eder.

Hadi, ibâdeti = kulluğu = tapınmayı anladık diyelim (anladık mı?); yardımı (inâyeti) O’na nasıl tahsis edeceğiz?!. Kullukta ortaklık şirktir; pekiî yardım istemede ortaklık nedir?!. Niye, istiâne’nin başına da iyyaKe gelmiştir?!.

Bence, yardım ettiklerimize Allah’a yardım ediyor (= veriyor) gibi; yardım aldıklarımızdan da Allah’tan yardım alıyor (muşuz!) gibi alıp-vermemiz için!. Ancak böyle yaparsak, alan verene; veren alana karşı insanlığından = Müslümanlığından zerre tâviz vermez. Alan verene, veren alana minnet duymaz, boyun bükmez, büyüklük ya da küçüklük taslamaz, (göstermez); hiçbir insanın insanlık onuru zarar görmez.

Verenin de alanın da (!) Allah olması demek, bizim aldığımızın da verdiğimizin de  Allah’ın Mülkü olması demektir. Yoksa, Allah’ın en ufak bir şeye ihtiyacı, muhtaçlığı yoktur; O’nun bizden böyle davranmamızı istemesi (= sadece Bana kulluk edin, sadece Benden yardım isteyin, demesi) O’nun bize = bizim şahsiyetimize olan merhametindendir. Allah-u Ekber!.

O’na kul olmayanlar, başkalarına = başka sahte ilâhlara yalvarır, onların önünde kul-köle, iki büklüm olur, şahsiyetlerini ayaklar altına alırlar ve beş paralık ederler. Bu âyet, kişide sağlam karakter, sağlam kişilik inşâ eden bir âyettir; bu âyeti hakkı ile okuyan ve anlayan bir kişi, Allah’a isyan eden hiçbir kulun önünde “saygı ile” eğilmez!; verirken incitmez; alırken incinmez; her dâim başı dik durur, eğilmez; bu âyet, insanın insana/insanlara ve insanî düzenlere (ideolojilere, sahte dinlere) kulluğunu önler.

Yine de, insan zayıf, zaa’flı yaratılmıştır; yanılır; o, her dâim Rabbinin yardımına muhtaçtır; onun için sürekli Rabbinden duâ ile yardım ister, istemelidir; “ihdinâ’s sırât-el müsteqîm” demelidir.

Hidâyet, doğru (= müsteqîm) yola sevktir; karşıtı = zıddı delâlettir; dalâlet de sûrenin 7. âyetinde geçer.

Rabbin inâyeti ve hidâyeti olmasa ya da bir ân kesilse, insan şaşar, ne yapacağını bilemez hâle gelir. Zikir, bu inayeti = bu yardımı hatırlama; duâ, bu inayeti = bu yardımı talep etme, istemedir.

O’nu unutursak, O da bize bizi/kendimizi unutturur. “nesullahe feensâhüm enfüsehüm” (59/19.) 32/Secde 14’de de “Biz de sizi unuturuz = innâ nesînâküm.” deniyor ama bu unutma, öbür dünyaya hastır; burada O’nu unutup da O’ndan başka ilahlara kulluk edenlere söylenecektir!.

Hidâyet, O’nu bir ân bile unutmadan, her türlü şirkten uzak durarak, sadece ve yalnızca O’na kulluk edebilmek, O’nun istediği dine (= İslâm’a) uygun bir şekilde yaşayabilmektir. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET