TÎN-5

Bugünkü “Ben Hasen” yazımda, 95/Tîn, 4’e atıf yapmıştım; bi sonraki (5.) âyetten de bahsetsen, deniyor. 

Ne diyor 5. âyet?

“Sonra onu (insanı), aşağıların aşağısına (esfele sâfilîne) döndürürüz (radednâ).”

Kim döndürür?

Allah. Bu kesin!.

Pekiî, Allah hem her insanın iyi biri (iyi bir kul) olması için Kitâb ve Elçiler gönderiyor hem de ona akıl ve irade veriyorken, bunu niye yapıyor?!.

Allah, imtihan gereği insana verdiği (akla ve) iradeye (= yarattığı insana) “saygı”! gösteriyor. Bu “saygı”!, insanı yaratıp muhatap almasından başlar, onun isteğini “yapmaya = yaratmaya” kadar varır.

Ama O, onun/insanın tereddî etmesini (= Hakk’tan ve hakikatten tereddüd etmesini, dönmesini) aslâ istemez. “O, kullarının (insanların) küfretmesine râzı olmaz, rızâ göstermez; şükrederlerse râzı olur, rızâ gösterir...” = “ve lâ yerdâ liıbâdihil küfr, ve in teşkürû yerdahu keküm...” (39/7.)

İnsan, tereddîyi (dönmeyi) ister ve tereddîde ısrar ederse; O da onun (insanın) o ısrarlı istediğini yapar = yaratır.

Son tahlilde insanın kendi başına iyi ya da kötü bişey yaratması mümkün değildir; kendisini (aklını, iradesini vs.) de kendisi yaratmamıştır. 

Allah, insanın isteklerini yaratmasa, iyi insanla kötü insanın ortaya çıkması, cennetin-cehennemin yaratılması (= varlığı/var olması) da anlamsızlaşır.

İnsan, buraya denenmek, imtihan olmak/edilmek için gelmiş, gönderilmiştir.

İnsanı, esfele sâfilîne (aşağıların aşağısına) çeviren Allah değil, insanın kendisidir.

‘Kul azmayınca, Allah kuluna belâ yazmaz.’ Bu cümle, tersinden de yazılıp-okunabilir ve anlaşılabilir. ‘Allah yazmayınca, kul azmaz.’ İlki, özgür iradeye; ikincisi, kadere atıftır. Kaderi (= İlâhî Yazgıyı, Kararı), biz bilemeyeceğimiz için, meseleye bildiğimiz noktadan bakarız, bakmalıyız.

“Allah dilemedikçe, siz dileyemezsiniz.” (76/30.) âyeti de bu bağlamdadır; âyet, “innallâhe kâne alîmen hakîmâ = Allah, (her şeyi) en iyi bildi, en iyi hükmü verdi.” diye biter. Buradaki “kâne”, mâzidir ama muzâriye de şâmildir; (dün) bildi, (her zaman) bilir demektir. Çünkü Allah, zamanla ve mekânla mukayyed (kayıtlı) değildir.

Bizler zamanla ve mekânla mukayyed (kayıtlı, sınırlı) varlıklar olduğumuz için, bu tür/bu tip  âyetleri anlamakta zorlanırız. Bu tür/tip âyetleri anlamamız için zaman ve mekân üstü düşünmemiz îcab eder.

Bizler, meseleye, öteki/ler aklını ve iradesini doğru yönde kullanıp iyi birer kul olur ve yükselirlerken, ben niye düşüyorum, diye bakmalı, yaklaşmalıyız; yoksa işin/meselenin içinden çıkamayız.

Rabbimiz Allah, kimseye zulmetmez, kimseye adâletsizlik yapmaz.

Herkese yaptığının karşılığı verilecektir. (39/70.) Herkes yaptığının karşılığını görecek; zerre miktarı (misqâle zerretin) iyilik de kötülük de karşılıksız kalmayacaktır. (99/7.)

Bu hayat (bu dünya) bunun için vardır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET