HADİ Bİ FATİHÂ OKUYALIM (4)

Veren, Allah’a verdiğini bilirse, (elindekinin, aklındakinin, gönlündekinin) en iyisini verir. 

“enfiqû min tayyibâti mâ kesebtüm, ve mimmâ ahrecnâ leküm minel ard; ve lâ teyemmemül habîse minhü tünfiqûne velestüm biâhizîhi illâ en tüğmidû fîh... = Kazandığınız ve yerden çıkardığınız (ürettiğiniz) şeylerin en temizlerini (en iyilerini) infak edin/verin. Size verildiğinde göz yummadan (küçümsemeden!) alamayacağınız (tarihi geçmiş, eskimiş, bozuk vb., kötü) şeyleri vermeyin.” (2/267.)

Allah’a verdiğinizi bilin!, O’na iyi şeyler verirseniz O da size çoook daha iyilerini verir.

“Şeytan (içinizdeki mal sevgisi = tutkusu), size vermemeyi (biriktirmeyi) emreder, fakir kalacağız diye korkarsınız. Allah ise (böyle yapmakla) size daha fazlasını va’d eder...” (2/268.)

Allah’ın va’dine inanmıyor, güvenmiyor muyuz?!.

Böyle yapmamız = vermemiz Hikmet’tir. “O = Allah, kime Hikmet vermişse, ona çook büyük hayır verilmiştir. Bunu ancak ve ancak Ül-ül Elbâb olanlar bilebilir.” (2/269.)

Ül-ül Elbâb, Verme, Sırât = Yol ve Hidâyet ile ilgili bolog’da = bilmekisteyenlericin.blogspot.com/da da = https://draft.blogger.com/blog/post/edit/6371708412990113227/7744423230223693028) ve insaniyet.net/de de (https://www.insaniyet.net/tek-yon/) bir kaç yazı yazdım; oralara bakılabilir; tekrara girmeyeceğim. (Blog’da irili-ufaklı bu yazı ile birlikte 1250 yazı; insaniyet.net’de de 30 yazı yazdım.)

Sırât, yol; müstakîm, doğru yön, istikâmet; Sırat-ı Müstakîm, doğru istikâmet, doğru yön demek.

Yön, tarafı gösterir/belirler ama yolu belirlemez,  kişiyi yolda kılmaz; yön, hangi yola girileceğinin, hangi yolda yürüneceğinin kararıdır; yolda yürü(n)meyince yol, yol hâline gelmez. Yön, karardır; yol, ameldir. Biiir sürü yol ve yön vardır; hangi yolun ve yönün doğru olduğunu insan tek başına bilemez; yönünü ve yolunu bilmeyen biri yol rehberine ihtiyaç duyar. En doğru, en yetkin yol rehberleri, Rasüllerdir.

Doğru yönün ve yolun hangisi olduğunu, sadece Allah bilir ve bildirir, doğru yolda emin bir şekilde yürüyecekleri de Allah gönderir; Rasüller, gönderilmiş/mürseldirler.

...

Kelime-i Tevhîd bir bütündür; Kelime-i Tevhîd’in ilk yarısı (lâ ilâhe illâ Allah), ikinci yarısı (Muhammed-ur Rasûlüllah) olmadan anlamsızdır, anlaşılamaz.

Fatihâ’daki “ihdinassırâtal müstakîm” de “sırâtallezîne en’amte aleyhim” olmadan anlaşılamaz.

...

Her ümmetin yol rehberi vardır; O Rehberin izi (Sünneti) takip edilmeden doğru yol bulunamaz ve o yolda yürünemez.

Rehberler hem yön hem yol göstericidirler. Onlar yön ve yol gösterir de o yolda yürümezlerse, Sünnet oluşmaz; Sünnet, Kitâb’ın yoludur; Kitab, Sünnetin rehberidir.

‘Lâ ilâhe illâ Allah’ deyip de ‘Muhammed-ur Rasûlüllah’ demeyen, yolunu şaşırır. O yolda da biiir sürü şeytanî tuzaklar vardır; o yol, başka bir sürü yolun kesişme noktasıdır; o yolun teorik işaret levhalarını (Kur'ân’ı) kimse değiştiremese de yolda yürürken, Kur'ân’ı çağın insanlarına yorumlarken (Kur'ân’ı çağa yorumlama fikri, bir bakıma yol yürümedir) ve anlatırken o yolun levhalarını değiştirenler olur/olabilir; onun için Onu ilk yorumlayan “rol modele, doğru uygulayıcıya, doğru rehbere = Peygambere” hep ihtiyaç duyulur.

Peygambersiz Kur’ân anlaşılamaz; yoldaki tehlikeler aşılamaz.

Bütün Peygamberler aynı yolu yürü(t)müşlerdir, aralarında “fark” yoktur (lâ nüferriqu beyne ehadin min Rusulih). Hepsine yönü ve yolu Allah göstermiş, onlardaki samimiyeti, ihlâsı O görmüştür.

...

Sırat-ı Müstaqîm en kestirme, en kolay yoldur ve her yolun bir menzili/hedefi olur; Sırat-ı Müstaqîm’in menzili Allah’tır (innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn).

Sırat-ı Müstaqîm’de zik-zak yapmadan yürüyenler, sırat köprüsünden düşmeyecekler ama zik-zak yapıp yan yollara sürekli sapanlar için her zaman tehlike olacaktır.

...

Sebîl de yol demektir, sebîl’in sırât’tan farkı, sebîl’in biçok (tâlî, ara) yolu içermesi/kapsaması, sırât’ın tek bir yol (bulvar, otoban) olmasıdır. İstikâmet (müstaqîm) kelimesi sırât’a hem yön hem işlerlik kazandırır. “fî sebîlillah” tabiri Kitâb’ın biçok yerinde geçer ve “Uğrumuzda cehd/gayret edenleri/gösterenleri yollarımıza (sübülenâ) iletir, hidayet ederiz = lenehdiyennehüm sübülenâ” denir. (29/Ankebut, 69.) Bu yolların da istikâmeti/yönü doğrudur; o yollarda da yürünürse doğru yola = Sırat-ı Müstaqîm’e er-geç çıkılır; yürünmez de sapılırsa Sırat-ı Müstaqîm bulunamayabilir.

Her insanın (hatta her Peygamberin) karakteri (mîzâcı) ve her toplumun içinde bulunduğu şartlar ve imkânlar farklı farklıdır; insanlar ve toplumlar karakterlerini (mîzâçlarını) düzeltene kadar farklı/tâlî yollardan yürüyebilirler, düzeltince de ana yola (otobana) girerler; yeter ki azimli ve sabırlı olsunlar. İslâm, ‘her ümmetin dini aynı, ama şeriatı farklıdır.’ der; şeriat, şeria’dan su yolu demektir; tüm sular denize/deryaya akar, tüm yollar istikâmeti doğru ise anayola/otobana çıkar; mizaçlarda da bu böyledir; kimi zâhittir, kimi sosyal, kimi fakir kimi zengin; herkes kendi gücü oranında bi yolda yürür; bu farklılık Rabbin insanoğluna saygısının ifadesidir.

İstikâmet’in kökü KVM’dir, kavim, akvâm, kavvâm, kıyâm, kâim, ikâmet, (elif, vav ve ye harfleri med harfleridir, birbirlerinin yerine kullanılırlar), gibi kelimelerin kökü de aynıdır. Dolayısıyla bu kelimenin (istikâmet) gücü insana, kavme (millete/topluma) göre değişebilir; önemli olan azm, sebat, samîmîyyet ve ihlâstır; Rabbimiz ihlâsa/samimiyete bakar.

Ve Der ki :

“Bana ibâdet/kulluk edin!. İşte dosdoğru yol budur. = ve eni’budûnî hâzè sırat-un müstakîm.” (36/Yasin, 61.)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET