ARAB/Î & A'RÂB/Î

Arab/î ve A’râb/î

(عربى ve اعرابى)

İlki yerleşik, şehirli Arap; ikincisi, göçebe, gezgin Arap.

Göçebelik, göçmenlik bizim tarihimizde de var. Biz de bir tür A’râbîyiz; hâlâ da öyleyiz. Avrupa’ya, Amerika’ya, Afrika’ya en çok biz göçüyoruz.

Yörüklükle Türkmenlik iç içe. Türkler, Orta Asya’dan göçmüş; Anadolu’yu yurt edinmiş, yetmemiş, Avrupa’ya göçmüşler; vatan, yatan insanların yurdudur, biz gezeriz ama yurdumuzu da özleriz demişler...

Kitâb’ta bedevî Araplar (A’râbîler) 10 kez geçer. Neredeyse hepsinde onların olumsuz, sorumsuz davranışlarına, cahilliklerine vurgu vardır, yerilirler. Bir örnek 9/98. “Bedevî Araplardan kimi de (= minel A’râbi), yaptığı infakı zarar sayar...”

Göçebelik, dağ-taş, ova; göçmenlik, şehir ve ülke demektir. A’râbîler, göçebe; göçmen değil; Türkler, hem göçebe hem göçmen. Göçebe, mevsime göre yılda dört kez yer değiştirir; göçmen, yaşadığı yeri tamamen terk eder. Terkin sebebleri çeşitli olabilir. Savaş (terör), açlık, siyasî uyuşmazlık = ilticâ/mülteci olmayı göze alma, macera, vb.

...

Ülkesinde, yerleşik vatanında rahat yaşayan ama başka ülkeler, vatanlar görmek isteyenlere turist,

Kutsal bir dava uğruna vatanını terk edenlere = terk etmek zorunda kalanlara muhacir,

Kendi vatanını imar edip, başka vatanları da imar etmek için ya da başka vatanların nasıl imar edildiğini öğrenmek, onlardan yardım almak için “ortak vatanda = Bekke’de” buluşup-görüşmeye gidenlere hacı deniyor.

...

Kitâb, Araplara, Arapça indi; A’râbîleri Araplaştırdı, Müslümanlaştırdı. Araplaşan A’râbîler de diğer insanları Müslümanlaştırdı ama çook kısa bir süre sonra, Araplaşan A’râbîlerde tekrar A’râbîlik (= Cahiliyye tassubu) hortladı; Farslara/Fârisîlere ve Türklere karşı üstünlük taslamaya kalkıştılar. Çook kısa bir sürenin başlangıcı Efendimizin vefatıdır. “İmamlar, Kureyş’tendir.” Hadisi! böyle bir ortamın “ürünüdür”!. Kureyş, bir kavimdir; o dönemde Kureyş’ten başka kavimler de vardır. (Teym, Benî Adiy, Cüheyn, Müzeyn, Gıfar, vb.) Peygamberin Kureyş’ten olması/çıkması, Kureyş’i üstün kılmaz; aynı Kureyş’ten amca Ebu Leheb ve Ebu Cehil gibi adamlar çıkmıştır.

Dağda-taşta = doğada = çölde yaşayan göçebeler (A’râbîler) için akrabalık = kan (bağı) önemlidir; şehre inince (Medine’ye varınca, medeniyet kurulunca), yeni değerler, yeni bağlar oluşmuştur.

Ama,

Efendimizin vefatı ile bu yeni değerler, bağlar (peyderpey) terk edilmiş, yine eski değerlere (kana, asabiyete) dönülmüştür.

İnsanoğlu, bedevî yanını bitürlü öldürüp, medenî yanını diriltemiyor; bence, şeytan da bize bu bedevî yanımızdan saldırarak bizi mahvediyor.

İslâm ülkelerinin ayrı ayrı telden çalmaları, sağlam bir birlik (= ümmet) olamamaları (kuramamaları) başka ne ile açıklanabilir?!.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET