HADİ Bİ FATİHÂ OKUYALIM (2)

Bismillah’ın/Besmele’nin, Fatihâ’dan sayılıp-sayılmadığı tartışmalı; biz, Mushaf’ta Besmele’yi 1. âyet, Fatihâ’yı 7 âyet olarak okuyor ve yazıyoruz; başka Mushaf tertipleri, Besmele’yi Fatihâ’dan saymıyor, son âyeti ikiye bölüyor (ena’mte aleyhim’den sonra), ama Fatihâ’yı yine 7 âyet olarak yazıyor-okuyorlar. Seb’a semânî ya da seb’ül mesânî, hem yedi gök katmanı hem de Fatihâ için kullanılır. Besmele, Fatihâ’dan sayılsa da sayılmasa da zaten Fatihâ’nın içinde Besmele vardır. (Allah. Rahmân ve Rahîm). 

Bismillah.

Hamd = El-Hamd, Âlemlerin Rabbi Allah’a hastır, mahsustur. Hamd, övgü, övme; kulun Rabbine minnet ve şükran duygularını ifâde etmesi = göstermesidir. Kul, başka kulları da övebilir; Rabbimiz Allah da bunu yapıyor, kulu Muhammed’i övüyor. Muhammed’in kökü de HMD ama kul, hiçbir kulu Allah’ı över gibi övemez, hiçbir kula Allah’a hamd eder gibi hamd edemez; El-Hamd, sadece Allah’a hastır, çünkü O’dur âlemlerin (tüm hamd edenlerin ve hamd edilenlerin) Rabbi.

Rab, terbiye eden (mürebbî!), yaratan, düzen veren, yaşatan (besleyen vb.), Sâhib... demektir. 12. Sûrede (Yusuf), Rab kelimesi sık geçer, Yusuf (a.s.), efendisini rabb/im olarak niteler, tahliye olan hapishane arkadaşına da rabbine beni hatırlat, der; nihaî ve mutlak Rab, her mürebbînin Rabbi, Allah’tır. O, bizi fizîken (bedenen) ve rûhen (duygu ve düşünce olarak) en güzel şekilde yaratmış (Hâlıq, Musavvir, Râziq, vb.) ve yaşatmaktadır. Düşünsenize O, bir kulağımızı yatak, öbür kulağımızı yorgan gibi büyük; gözümüzü ayağımızda; bizi akılsız ve iradesiz, ... (hayvanlar gibi) yaratsaydı, hâlimiz nice olurdu!.

Âlem, sonsuz evrendir; gaybı ve şehâdeti içine alır. Âlemde, bizim gördüğümüz-görmediğimiz, canlı-cansız sayısız varlık vardır. Bu, felsefenin varlık kavramına karşılık gelir. Âlem, kendi başına = kendi kendine ayakta durmaz, duramaz = Allah âlemi kendi başına bırakmamıştır; Rahmâniyeti ve Rahîmiyeti ile onu (âlemi) ayakta tutmakta, yaşatmaktadır. 

O, Er-Rahmân ve Er-Rahîm’dir. = “Er-Rahmân’ir Rahîm.” Rahmâniyet, genel; Rahîmiyet, özeldir. Besmele’de bu Rahmâniyet ve Rahîmiyet özetlenmiştir. O, Hikmeti gereği Kendine isyan edene de burada merhamet eder, rızık, sağlık ve âfiyet verir, nimetlerini esirgemez ama ötede, Kendine itaat edene “özel Rahmetini = Rahîmiyetini” ikram eder, edecektir. O’nun Rahmâniyet ve Rahîmiyeti olmasa, burada da ötede de varlık ayakta duramaz, varlığını sürdüremez.

O, tüm zamanların ve tüm mekânların Mâlik’i, Melîk’i, Kral’ıdır. (“Mâlik-i = Melik-i Yevm-id Dîn.”) Âlemin Mülkü O’nundur, O’na aittir. Âlemde de Din Gününde de yegâne Kral/Melik O’dur. Din Günü, dar anlamıyla Hesap Gününe; geniş anlamıyla her güne şâmildir. Sûrede (âyette) gün (yevm) kelimesi, nekra = belirsiz; Dîn kelimesi, ma’rife = belirli olarak geçer. Din, Allah’ın düzenidir; O’nun düzeni = Dini, burada da ötede de belirli ve nettir. O’nun Kelimelerinde aslâ değişiklik = tebdîl olmaz = “lâ tebdîle likelîmâtillah.” (10/64.) O, her şeyin, herkesin ne yapıp-ettiğini bilir; herkesi âdil ve hızlı bir şekilde yargılar ve herkese hak ettiğini eksiksiz verir. O’nun âlemi yaratması, âlemin Kendisine kul olup-olmayacaklarını “görmek ve bunu onlara/kendilerine ispatlamak”! içindir. İnsan (ve şeytan) dışındaki tüm varlık, O’na gönüllü kulluğu = itaati seçmiştir. O, âlemi yaratınca, onlara (göğe ve yere = âleme) “ister isteyerek, ister istemeyerek gelin!” demiş, onlar da “isteyerek geldik!” Ya Rabbî, demişlerdir. (41/11.)

İnsan da, nihayetinde = her hâlükârda (= isteyerek ya da istemeyerek) O’na kulluk etmekte (= O'na gitmekte) ama O, isteyerek kulluk edenleri (= gidenleri) başka; istemeyerek gidenleri başka bir şekilde karşılamaktadır; başka “yere”! gidiş (geliş) zaten yoktur; dönüşümüz, Rabbimizedir = “ilâ RabbiKe yevme izinil mesāq.” (75/30.). O’ndan geldik, O’na döneceğiz, O'na gideceğiz. = “innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn.” (2/156.)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET