ROL
Hayat, âdetâ çook uzun metrajlı bir film/filim gibi.
Bu hayatta bazı rolleri ve görevleri kendimiz seçerken, bazı rol ve görevlere de mahkûm oluyoruz. Erkek veya kadın olmayı; fakir veya zengin olmayı değil, doğmayı, siyahlığı veya beyazlığı biz seçmiyoruz; ama cahil veya bilgin, hırlı veya hırsız, arlı veya arsız olmayı biz seçiyoruz...
Rol seçimlerimizdeki amacımız belli; bu seçimlerle üstlendiğimiz roller ve görevlerden sorumluyuz; ve bu görevleri ve rolleri “senaryoya uygun”! yapmak (= oynamak) zorundayız; seçimle üstlenmediğimiz görevlerden ise sorumlu değiliz.
Bu filmin çook kısa bir ânında, en çok 100 sene, bu rolleri üstleniyoruz. Bu film, nisbeten uzun metrajlı bir film, ama başı da sonu da belli. Bu filmi, çok hızlı bir şekilde geriye sarabiliyoruz. 1000-1500 yılı, 1-2 dakika içine sığdırabiliyoruz, ama bu filmi ileriye sarmamız mümkün olmuyor, bunun için normal zamanın geçmesini beklememiz gerekiyor. 1500 yıl önce yaşayanlar, bugünde; biz ise, 3500 yılında bu filmde kimlerin rol alacağını bilemiyoruz; ama 1500 yıl önce bilmeyenlerin bilgisine sahibiz; 5000 yılında yaşayanlar da bizim bilmediklerimizi bilecekler = bize göre filmin daha büyük bir kısmını seyredecekler. Ama bu bilgi, çok da işe yarar bir bilgi olmayacak.
İşe yarar bilgi, hangi rolü seçersek seçelim, o rolü nasıl “oynadığımız” = iyi polisi mi kötü polisi mi (= iyi yöneticiyi mi, kötü yöneticiyi mi; iyi tüccarı mı, kötü tüccarı mı; iyi ana-babayı mı, iyi evlâdı mı, kötü ana-babayı mı, kötü evlâdı mı; ...) “oynadığımız”!. = Rollerimizdeki ahlâkî tavrımız.
İyi ve kötünün bilgisi de filmin sonu da vahiyle, bu filmde rol alan (ve alacak olan) herkese verilmiş = bildirilmiştir; kimse bu bilgiden mahrum değildir. Filmin sonunda, filmin değerlendirilmesi yapıldığında, kimse en ufak bir mazeret ileri süremeyecektir.
Rollerini, verilen = indirilen bilgiye (= vahye) uygun “oynayanlar” için iyi; “oynamayanlar” için kötü bir akıbet/son, onları bekliyor olacaktır.
Filmin her karesi kayıt altında. O gün bu film, çook hızlı bir şekilde geriye (ve ileriye) sarılacak; ve kimse, zerre kadar bile mağdur edilmeyecek, haksızlığa uğratılmayacak.
Bu nasıl olacak?!.
Bir çiçek (gül), normalde bir ayda çiçek açar, ama biz bunu filme alarak hızlandırır ve bu süreyi bir dakika veya 15-20 saniyeye sığdırabiliriz. 10 milyar yıllık hayat filmi de muhtemelen böyle olacak...
Bu, zamanla “oynamak”, zamana hükmetmektir. Her şey ve herkes gibi zaman da O’nun kuludur, O’nun emrine boyun eğmiştir. Hesap sonrası, bizim algıladığımız zamanın görevi (= kulluğu) tamamlanacak, ve zaman, sonsuz/ebedî olacaktır.
Devr, dehre; dehr, hîyne; hîyn, hulde dönüşecektir.
Devr, dünya zamanı. Dehr, uzun zaman, dehrîlerin zamanı. Hîyn, kozmik zaman. Huld, sonsuz zaman.
Bu film, devrde, dehrde ve hîynde ve bu sahnede “çekiliyor”!; huldde de bu filmde üstlendiğimiz rollerin sonucuna göre “yeni bir sahne” kuruluyor...
Devr (= دور) ile dâr (= دار) aynı kök. Devr, zaman; dâr, yurt. Allah-u A’lem, huldde, zaman ile mekân “bir olacak, birleşecek”!.
Dünya dârı (= yurdu), geçici; âhiret yurdu (= dârı), kalıcı = ebedîdir.
“Ey halkım!. Bu dünya hayatı geçici bir yararlanmadır. Âhiret hayatı ise devamlı kalınacak bir yerdir. = dâr-ul karâr.” (40/39.)
يَا قَوْمِ اِنَّمَا هٰذِهِ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا مَتَاعٌۘ وَاِنَّ الْاٰخِرَةَ هِيَ دَارُ الْقَرَارِ
“Bedevi Araplardan kimisi de yaptığı infâkı (= iyiliği) zarar sayar ve devrin değişmesini ve sizin başınıza kötü devirlerin (= déiralerin) gelmesini beklerler. Kötü devirler kendi başlarına gelsin. Allah, her şeyi duyan/işiten, her şeyi bilendir.” (9/98.)
وَمِنَ الْاَعْرَابِ مَنْ يَتَّخِذُ مَا يُنْفِقُ مَغْرَماً وَيَتَرَبَّصُ بِكُمُ الدَّوَٓائِرَ عَلَيْهِمْ دَٓائِرَةُ السَّوْءِۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ
“Güç ve basiret sahibi olan kullarımız İbrâhim’i, İshâk’ı ve Yâkub’u da an!.” (38/45.)
وَاذْكُرْ عِبَادَنَٓا اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ اُو۬لِي الْاَيْد۪ي وَالْاَبْصَارِ
“Biz, Onları sürekli âhiret yurdu düşüncesiyle arınmış, samimiyet sahibi kimseler yaptık.” (38/46.)
اِنَّٓا اَخْلَصْنَاهُمْ بِخَالِصَةٍ ذِكْرَى الدَّارِۚ
Sürekli âhiret yurdu düşüncesiyle donanmış, arınmış, samimiyeti (= ihlâsı) kuşanmış kimseler, bu hayattaki (filmdeki) rollerini ve görevlerini çok doğru, çok iyi ve çok güzel bir şekilde yerine getirirlerken (oynarlarken!); ötekiler, bu hayattaki rollerini ve görevlerini, bu geçici hayat için “oynadıklarını”! sanıyorlar.
Filmin içindeyken, filmin dışını göremeyiz. Filmi, arşı istivâ Eden (= kuşatan) kurgulamıştır (= yaratmıştır) ve bu filmi neden/niçin “çektiğini”! bize Elçileri vasıtasıyla = Vahiy ile bildirmiştir.
Elçilere = Vahye kulak vermeyenler, filmin içindeyken bu filmin “çekilişini ve rollerin dağılım amacını” aslâ bilemezler; bütün söyledikleri sadece zandır, tahmindir.
Hayatla kumar oynanmaz.
Yorumlar
Yorum Gönder