DİN ve DEĞİŞİM

Din, değişime mi uyuyor; yoksa değiştiriyor mu?!.

İkisini de yapmıyor, ama “statik varlığını” koruyor.

Dinin temel (ahlâkî ve akîdevî) ilkeleri değişmez, ama yaşana hayat çok hızlı değişiyor.

Can alıcı soru şu : Değişen bu hayata, din nasıl müdahale ediyor?!.

Dün, din, yaşanan hayatlara müdahale edebiliyordu, bugün edemiyor. Din bugün, özel alanlara (câmiye ve vicdanlara) hapsedilmiş durumda. Dindar insanla modern insan; din ile modernizm çatışıyor.

Bu çatışmadan çoğunlukla modernizm gâlip çıkıyor; “klâsik dindarlar” bile günden güne modernleşiyor. Neredeyse modern âletleri (araba, uçak, bilgisayar, cep telefonu, banka kartı, vs.) kullanmayan, modern hayat yaşamayan dindar kalmadı.

Modern âletler (= modern hayat) bizi (= biz dindarları), hepimizi dönüştürüyor. Dînî değerden bağımsız olarak üretilen her âlet, bize kendi yaşam biçimini dayatır. Bu âletleri üretenlerin zihin (= değer) dünyası, ürettikleri âletlere yansır; hiçbir âlet, değerden yoksun ve mâsum değildir.

Ne yapmalı?!.

Zihin (= düşünce) dünyamızı, dinin değer dünyasına göre ayarlamalı, modern teknoloji ile aramıza “belli bir mesafe” koymalıyız; kullanmamalıyız demiyorum, kullanırken dikkatli olmalıyız, alternatif arayışını sürekli diri tutmalıyız.

Modernizme (= modern hayata) teslim olmak, bizi dinden (= dînî değerlerden, dînî yaşamdan) uzaklaştırıyor. 

Dindar olmak bir tercihtir. Bu tercih, en azından bizden modernizme (= modern hayata) karşı, “belli oranda bir karşı duruşu” ister; hem dindar hem modern olmak (= modern Müslüman olmak) mümkün olsaydı, Müslümanlık da (= din de) değişirdi. Oysa din, değiştirmek ve dönüştürmek için var. Değiştirmeyen ve dönüştürmeyen din, "değişime teslim olan ölü" bir dindir.

Din algımız, sorunlu. Biz dini, “belli kalıba dökülmüş pratikler” olarak görüyoruz; dün yaşanan dînî pratikleri, aynen/motomot bugüne taşımak istiyoruz.

Din, dinamiktir; onun bu dinamikliği (“esnekliği”!), ona evrensellik kazandırır.

“Eski hâl muhal, ya yeni hâl ya izmihlâl.”

Yeni hâl, yeni hayat demek, ama bu hayata yön (= kıble = amaç/gaye/hedef) veren ilkeler dînî olmak zorunda. Modernizmin yönü, dünyevî rahata, konfora, bireysel çıkara ve dünyanın kaynaklarını sömürmeye (= tüketime) endeksli. Bu da bireysel, toplumsal ve küresel izmihlâle yol açıyor.

Eski hâle dönmek de mümkün değil (= eski hâl muhal); yapılacak iş : yeni hâli, dine = dînî değerlere göre, sorgulayarak hizaya çekmek. Sözgelimi bugün bize nükleer bomba lâzım mı; bu kadar aşırı bireysel ve ulusal rekâbet (= yarış) gerekli mi; havayı, suyu ve toprağı kirleten devasa yatırımlar ve kimyasalları kullanmasak ne kaybederiz?!...

Din bize, öncelikle böyle ‘büyük ve hayatî soruları’ sordurmalı; “dünde kalmış sorular ile” bizi oyalamamalı. O sorular, dünün = dün yaşanan hayatın sorularıydı; dün fıkıh, bu sorulara bi cevaplar bulmuş ama o cevaplar bugün “yetersiz ve işlevsiz”! hâle gelmiş. Bugün yaşanan hayat, dünkü hayat gibi değil; değişim çook hızlı; bu hıza yön veremeyen (ayak uyduramayan demiyorum) din, çağın dini olamaz!.

İslâm, kıyamete kadar her çağa hitap eden bir dinse, ki öyledir, öncelikle bu dinin “ANA FİKRİ”! = TEMEL İLKELERİ iyi kavranmalı, ve yeni olan = değişen her şey buna göre şekil almalı, şekillenmeli.

Dinde TEMEL İLKELER (= helâlller ve haramlar) belli. Bunların altında (temelinde), adâlet ve hakkâniyet = ilâhî hukuk, emânet (= emn/güven) fikri ve ahlâk (= dürüstlük, samimiyet/ihlâs ve vicdan) var.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

NEREYE?!.

İMSAK ve İFTAR

İMAN - AMEL İLİŞKİSİ