ĞÂSİQ
Ğâsiq : ĞSG (= غسق) : Zifiri gece karanlığı, kokuşmuşluk ve irin. VKB (= ) : Çökmek, çukur ve oyuk. “ve min şerri ğâsigin izâ vegab.” (113/3.) = Çöktüğü (kokuştuğu) zaman, zifiri karanlığın (= gecenin) şerrinden. (Felâk’ın Rabbine sığınırım.) Felâk : Zifiri karanlığın (= gecenin, zulumâtın) yarılıp/dağılıp, gündüzün (= aydınlığın, nûrun) ortaya çıkması. Bunu çıkaran (= çıkaracak olan) Rabbe sığınırım.
Doğal dünyada (= tabiatta) bu durum, her gün gerçekleşiyor; ama ya insanî (= toplumsal) dünyada (= insan ve toplum tabiatında)?!.
İnsanî (= toplumsal) dünya, korkunç bir zifiri karanlığın ve kokuşmuşluğun içinde.
Buradan nasıl çıkar ve aydınlığa (= nûra) nasıl kavuşuruz?!.
Nûr’a (= Kur’an’a) tutunarak, ve sadece âlemlerin Rabbi Allah’a kulluk ederek.
“Allah, iman edenlerin velîsidir, dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Küfredenlerin velîleri ise tağutlardır; onlar, onları aydınlıktan çıkarıp karanlıklara sokarlar. İşte onlar ateş ehlidir ve orada sürekli kalacaklardır.” (2/257.)
اَللّٰهُ وَلِيُّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۙ يُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِۜ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَوْلِيَٓاؤُ۬هُمُ الطَّاغُوتُۙ يُخْرِجُونَهُمْ مِنَ النُّورِ اِلَى الظُّلُمَاتِۜ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ۟
Tağutlarla (ve putlarla) dostluk kurduğumuz için karanlıktayız. Üstelik, çook azımız hariç, çıkış (yolu) da aramıyoruz!. Aydınlık gibi bir derdimiz yok. İçimiz-dışımız karanlık. Kokuşmuş vaziyetteyiz, burnumuz kötü kokuya da alışmış vaziyette!.
Neden?!.
Bizim şerli (= kötü) olmamızdan; şeytanlara, tağutlara ve putlara uymamızdan. = “min şerri mâ halaq.” (113/2.)
Onlar bizi, sözleriyle, va’dleriyle, akitleri (= sözleşmeleri) ile, kanun-kural ve yasaları ile bağlıyorlar = düğümlüyorlar, kandırıyorlar. = “min şerrin neffâséti fil ukad.” (113/4) = Düğümlere üfleyenlerin şerrinden. Ukad, akt = sözleşme (ile bağlanma, tâbî olma.)
“ve min şerri hâsidin izâ hased.” (113/5.) Hased : Kıskançlık. Kendine verilmediği veya kendi sahip olamadığı için başkasına verilen nimetten hoşlanmama; onun da o nimetten mahrum olmasını isteme.
En büyük nimet, iman nimetidir.
Bu nimete sahip olamayanlar (= şeytanlar, tağutlar ve putlar), Müslümanlardaki iman nimetini kıskanırlar, onlara haset ederler; onlar da bizim gibi (bu iman nimetinden) mahrum olsun/kalsın isterler. Bu isteklerinden 1000 küsür yıldır vazgeçmediler; sonunda bizi de kendilerine benzettiler. Bu yüzden karanlıktayız.
Felâk’ın Rabbine sığınmaktan başka bir çaremiz yok. = “qul : eûzü bi-Rabb-il felaq.” (113/1.) Onlara de ki : (Ben) Felâk’ın Rabbine sığınırım (sığınıyorum); Ben, sizin putlarınızı terk ediyorum, Felâk’ın Rabbi Beni aydınlığa çıkarır...
Son iki sûre (= Felâk ve Nâs), muavvizeteyn olarak da bilinir. Biz bu sûreleri, genelde nazar, büyü, sihir ve cin çarpması için okuruz; oysa bizi ‘çarpan cinler’, çağdaş şeytanlar, tağutlar ve putlar = çağdaş siyasal düşünceler (= ideolojiler) ve rejimlerdir.
Yorumlar
Yorum Gönder