HUBÛT
İki hubût var : Biri, حبط; öteki, هبط. İlki, boşa çıkmak; ikincisi, düşmek. İlkinde de ikincisinde de “inkâr ve isyan” (= şeytana uyma) söz konusu.
Kim, münkir olarak ölürse, bütün amelleri boşa çıkar. (حبط) Bknz. 2/216. 3/22. 5/5. 5/53. 6/88. 7/147. 9/17. 9/69. 11/16. 18/105. 33/19. 39/65. 47/9. 47/28. 46/32. 49/2.
İkinci hubût (هبط), “yüksek yerden” aşağı inmek. Bu yer, ilk etapta cennet (2/36. 2/38. 7/13. 7/24. 20/123.), sonra, gemiden karaya (11/48.), Sinâ’dan Mısır’a, vb. (2/61.)
2/74’deki hubût (هبط), çook ilginç!.
Bağlamı yakalayabilmek için en azından 67. âyetten itibaren okumak gerekiyor. Mûsâ kavmine (= İsrailoğullarına) kurban kesmelerini söylüyor. Onlar, tâbiri caizse işi yokuşa sürüyorlar; kurbanın yaşını, rengini bahane ediyorlar, ama sonunda kesiyorlar. Kurbanın kesiliş amacı (Allah-u A’lem) : 1. İnek veya öküz putunu (apis) “öldürmek, tarihe gömmek”. 2. Önceden işlenmiş bir cinayeti açığa çıkarmak. (72 ve 73. âyetler.) 74. âyet, sonra kalbiniz yine katılaştı, taş gibi, taştan da katı oldu, diye başlıyor. Demek ki daha önce kalbi/kalpleri yumuşatan bi şeyler olmuş!.
“Öyle taşlar var ki, (çatlar ve) ondan ırmaklar akar.” Sen onu taş (gibi veya taşlaşmış su gibi!) görürsün ama o (sıvılaşmış) sudur!.
“Bazı taşlar da var ki, Allah korkusu ile yuvarlanır, düşer. (يهبط/هبط)!.
Buradaki hubût (هبط), nasıl bir hubût; buna “alçalma, düşme” diyebilir miyiz?!.
Adam, Allah korkusundan (= مِنْ خَشْيَةِ اللّٰهِ) tüm malını ve makamını kaybetmişse = “düşmüşse”!... bu, bizim bildiğimiz anlamda bir düşme midir?!.
Bir adamda şirk (= inkâr, münkirlik, kâfirlik) yoksa, onun düşmesi, düşme değil, tenezzüldür. Tenezzül, tenzilden türer. Allah (c.c.), kullarına yardım için Kitâb’lar inzâl etmiş (indirmiş), melekler göndermiştir. (= tenezze-lül melâiketü ve-r rûh...)
“Rabbimiz Allah’tır deyip dosdoğru olanlara melekler iner (= تَـتَنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلٰٓئِكَةُ); korkmayın, üzülmeyin ve size va’d edilen cennetle sevinin, derler.” (41/30.)
Kedisine meleklerin indiği kişi, düşer mi?!.
O kişi, melekleri “gördüğü”, bizler ona inen melekleri göremediğimiz için, onu düşmüş veya düşkün görürüz. Oysa onun Allah katındaki değeri yücedir.
Kibirli (ekâbir) kişiler, tenezzülü (alçakgönüllüğü) anlayamazlar. Meleklerle “tanışan”! kişilerde, kibir olmaz; onlar, Allah (rızası) için = Allah’ın Huzurunda “alçalırlar”!. Kalpteki (içteki) Allah korkusu (= خَشْيَةِ اللّٰهِ), dışa tevâzû ve tenezzül (ve hevn) olarak yansır. “Rahmân’ın kulları yeryüzünde mütevâzî (= alçakgönüllü, hevnen) yürürler, ve cahiller onlara lâf atarlarsa, ‘selâm’ derler.” (25/63.)
Onların bu hâli, aslâ “pısırıklık” olarak algılanmamalıdır. “Onlar, kâfirlere karşı sert, birbirlerine çok merhametlidirler.” (48/29.)
...
Zulmü alkışlayamam, zâlimi aslâ sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdâdıma saldırdı mı, hatta boğarım! ...
- Boğamazsın ki!
- Hiç olmazsa yanımdan kovarım.
Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam;
Hele Hak namına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir, aşığım istiklâle;
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle!.
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?!.
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boy/u/num!.
Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim,
onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!.
Adam aldırmada geç git!, diyemem, aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!.
Zâlimin hasmıyım amma severim mazlumu...
İrticâın şu sizin lehçede ma’nâsı bu mu?!. Mehmet Akif ERSOY
Buysa, ben de bir mürtecîyim!.
Yorumlar
Yorum Gönder