FİZİK & METAFİZİK

Dinî karşılığı Şehâdet ve Gayb. (= Görünen ve Görünmeyen)

Fizik ile Metafizik arasındaki “sınır” nerede/n başlar, diye bir soru sorsak; cevabımız bizi maddeye götürür. Fizik, görünenin bilgisi; Metafizik, görünmeyenin bilgisi ise; görüneni görünür kılan madde mi yoksa şekil (= sûret) mi, sorusunu sorarak işe başlarız.

Buradan (bu düzeyden) başlayalım. Dört çeşit (= tür) madde var : Toprak, su, hava ve ateş. Ama biz, bu maddeleri şekilsiz (= sûretsiz) algılayamayız. Toprak, taş, kiremit, tuğla, seramik, ... insan bedeni olur; o şekilde algılarız. Suyu, nehirde, gölde, denizde, okyanusta veya bardakta algılar/görürüz. Su, içinde bulunduğu kalıbın şeklini alır. Ateş ve hava da öyle. Piknik ateşi ile yangın ateşi, kibritin ateşi ile ocağın ateşi, Güneşin ateşi ile insanın ateşi bir değil. Hava, bunların içinde en latif olanı; onu da bir balonun, odanın içine hapsedebiliyor veya bir yerin havası boşalabiliyoruz...

Şekilsiz (= sûretsiz) maddeye, ilk madde deniyor. Fizik ile Metafiziği şekil (= sûret) ayırıyor. Belli bir şekle (= sûrete) girmiş maddeler fiziğin; hiç bir şekil (= sûret) almamış maddeler metafiziğin alanına giriyor.

Ağırlığı ve hacmi (kütlesi) olan, yer kaplayan maddelere cisim deniyor. Ağırlığı ve hacmi (kütlesi) olmayan, yer kaplamayan maddelere, gaybî varlıklar deniyor; çünkü onlar, duyularla idrak edilemiyor.

İnsanın bedenini idrak ediyoruz = gözle görüyoruz ama o bedene devinim veren ruhu/canı göremiyoruz; onu ancak bedene yaptırdığı eylemleri ile tanıyoruz. Ölünce = beden hareketsiz (= devinimsiz) kalınca, bizde bedenden ayrı bişeyin olduğunu anlıyoruz.

Metafiziğin alanı şekilsiz (= sûretsiz) maddeyle başlar; melek, cin, ruh, ... ve Allah’a kadar uzanır. Allah’ta durmazsa, yeter neden ilkesi çiğnenir, teselsüle girilir. Allah, Kendi Kendine yeten Varlık’tır; diğer tüm varlıkların nedeni O’dur. O Vâcib-ül Vücûd = Zorunlu Varlık’tır. O’nun dışındaki varlıklar, O’na “bağlı” oldukları için mümkün varlıklardır; bizler, mümkün varlıklarız. Bize göre mümkün, hem imkânı (= olasıyı, olanaklıyı) hem imkânsızlığı (= mümtenîyi, olanaksızı) içinde barındırır. Zorunlu Varlık’a (= Allah’a) göre her şey mümkündür; imkânsız bişey yoktur.

Burası (= bu dünya), fizik dünya. Buraya göre öte dünya metafizik dünya. O dünyaya gidince (= orayla karşılaşınca), orası da fizik dünya olacak; orada da bedenimiz bulunacak; orada da o bedene bişeyler yaptıracağız; onun aracılığı ile (= vasıtasıyla) acı çekecek, haz (= zevk) alacağız... burada, bu bedenle yaptığımız her şey (söylediğimiz söz dâhil), şekilsiz/sûretsiz bedenimize (= ruhumuza) yükleniyor... işte bu yük, ötede yeniden şekillenecek/sûretlenecek... Efendimiz, âhirette herkes “aynı şekilde” olmayacak, “aynı elbiseyi” giymeyecek, aynı tadı almayacak, ... buyurur. Bedenî şekiller “aynı” olsa da, ki orada çoğu hayvan şeklini alacak da deniyor, kiminin elbisesi deve dikeninden, kimininki ipekten olacak; kimi yediğinden tiksinecek, kimi de müthiş lezzet alacak...

Buradaki varlığımız zamana tâbî (= sınırlı) iken, oradaki varlığımız zamana tâbî değil, sonsuz. Burada madde ve şekilden (beden ve ruhtan) “mürekkep” (bileşik, karışık) varlıklarız; Allah-u A’lem, oradaki varlığımız artık mürekkep olmayacak  veya bizi biz yapan unsurlar, birbirinden ayrılmayacak.

Maddedeki şekil/sûret değişikliği bölünme (= ayrılma) veya birleşme ile olduğu için, orada (= âhirette) artık bölünme (= ayrılma) de birleşme de (= ölüm) olmayacak.

Not : Materyalistlerin madde tanımı yoktur, onlar tanımsız (muhayyel) maddeyi ebedî addederler ve fizikten metafiziğe geçemezler. İdealistler de ideali, somut gerçeklikle (= realite ile) buluşturamazlar; hayal âleminde yaşarlar. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

HADİS & SÜNNET

RECM