EYYUB (A.S.)'IN TEKÂMÜLÜ

Nebîler ve Rasüller (aleyhimüsselâm) bizim için örnektir; Onlardan biri de Eyyüb (a.s.).

Kur'ân, Eyyüb (a.s.)’ın tekâmülü hakkında bize çok az bilgi verir; ayrıntı için Tevrat’ın (= Tanah’ın) Eyyüb bölümüne bakmak gerekiyor; orada Eyyüb’ün ve üç arkadaşının (= Elifaz, Bildad ve Sofar), insanın başına gelen (= mukadder olan) olaylar hakkında farklı yorumlarına değinilir. Sanki bu yorumlar, bu konudaki İmam Eş’arî’nin (= Eş’arîliğin), Mu’tezilenin ve İmam Maturidî’nin görüşlerini andırır. İmam Eş’arî, insanın başına gelen olaylarda insanın bir dahli (etkisi) yoktur, derken; Mu’tezile, insanın başına gelen olaylar, büyük oranda insanın kendi seçimidir, der. İmam Maturidî, arada bi yerdedir...

Eyyüb (a.s.)’ın başına büyük musibetler gelir. Önce elinde-avucunda olan tüm malını kaybeder; sonra, hısım-akraba, hatta çoluk-çocuğunu kaybeder; sonra da kendi çook ağır bir hastalığa yakalanır. Bu durum, şeytanı (= içindeki kötücül-kötümser gücü/duyguları = fücur) harekete geçirir. Hepsinde de, içindeki iyicil güç = taqvâ Ona : onlar “benim değil ki” dedirtir. Bu hâl Kur'ân’ın 38/41 ilâ 43. âyetlerinde, “Kulumuz Eyyub’u da an. Hani Rabbine nidâ etmişti, (şöyle demişti :) şeytan Beni çook yordu (bıkkınlık) ve eziyet verdi (acı çektirdi). Ayağını yere vur. İşte Sana yıkanacağın ve içeceğin soğuk su.”  (38/42) “Ona katımızdan bir rahmet ve akıl sahiplerine ibret için ailesi ve (kaybettiklerinin) mislini verdik.” (38/43) şeklinde ifâde edilir.

İsyan etseydi, hem burada kaybettikleri geri verilmeyecek hem de öte dünyada temelli kaybedenlerden olacaktı.

Yahudi yorumcular, Eyyüb (a.s.) kıssası hakkında çok farklı yorumlar getirirler.

Eyyüb, önce sâlih bir kul değildi (derler); Allah’ın adâletine de inanmıyordu. Diyordu ki : Allah, sâlih kullara kötülük; zalim kullara iyilik verebilir. (Eş’arî de böyle der.) Sonra, kendini düzeltti, sâlih ameller işlemeye başladı; Allah, âdildir; sâlih kullara iyilik; zalim kullara kötülük verir, dedi. (Mu’tezile de böyle der.) Allah, kullarını imtihan etmek için, sâlih olsun, zalim olsun, tüm kullarını, sabır mı edecek, isyan mı edecek diye iyilikle de kötülük de imtihan eder, dener, O’nun Hikmetini bizler bilemeyiz, der. (Mâturidî’nin görüşü de böyledir.)

Elimize geçen nimetlerle (= iyiliklerle) sevinmemeli, onlarla şımarmamalı; başımıza gelen musibetlere (= kötülüklere) isyan etmemeliyiz.

“Hiçbir musibet Bizim iznimiz olmadan yere ve size isabet etmez. Bu, elinizden çıkana üzülmeyesiniz, verdiğimiz şeylerle de sevinmeyesiniz diyedir. Allah, övünüp-kibirlenenleri sevmez.” (57/22-23)

...

Sâlih bir kul olduğumuzu “farz ederek”!, kendi kendimizi hesaba çekelim (= empati yapalım). Tüm malımızı/varlığımızı kaybetsek; tüm evlâtlarımızı yitirsek; çook ağır bir hastalığa yakalansak, “ipleri koparır” mıyız; yoksa Eyyüb (a.s.) gibi mi davranırız?!.

Ömrünü mala (= mal kazanmaya) verenlerin, ilk aşamada pes edeceği kuvvetle muhtemel.

Allah kimseyi evlât kaybı ile sınamasın.

Çook ağır hastalığa tahammül de zor (= kolay değil) ama kemâl (= tekâmül) de kolay değil.

“... Rabbenâ ve lâ tuhammilnâ mâ lâ tâgatelenâ bih...” (2/286)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

HADİS & SÜNNET

RECM