MÛSÂ'NIN ARAYIŞI

Kehf Sûresi, 60 ilâ 83. âyetler arasında Mûsâ’nın arayışına değinilir. Sûrenin neredeyse tamamı ibretlik “mesellerle” doludur. (Her ne kadar sözlükler, misal ile mesele aynı anlamı verseler de ikisi farklıdır. Mesel, yaşanmış/pratik örnek; misal, teorik/nazarî örnektir.)

Mûsâ, (Allah-u A’lem) aradığını teorik/nazarî yoldan bulacağını “sandı”! ama Ona öğretim, pratik yoldan = amelle/yaşayarak verildi.

Genç arkadaşı (= fetâ) ile yaptıkları uzuun bir yolculuktan sonra acıkırlar. Azıkları balıktır ama balık (“canlanarak”!) denize (aslî vatanına) gider. Sanırım, buradaki balığı ve denizi hem zahirî hem bâtınî (= sembolik) anlamıyla okuyabiliriz. Balığın denizle buluştuğu yer, Mûsâ’nın kendisine ilim verilen kulla (65. âyet) buluştuğu yerdir.

Mûsâ, bu kulu zâhirde denize düşen balık sayesinde bilmiş/tanımıştır. Ve Ona : “Allah’ın Sana öğrettiği ilim ve hikmetten Bana da öğretebilir misin?!.” der. (66. âyet.) Kul (= Hızır) : Sen, benimle olmaya sabredemezsin. = “len testaîa maıye sabrâ” (67. âyet.) Tamamen künhüne vâkıf olamadığın = “mâ lem tühıd bihî hubrâ” (= kavrayamadığın) bişeye nasıl sabredebilirsin?!.” (68. âyet.)

“İnşallah sabrederim ve Sana âsilik etmem.” (69. âyet.)

“Eğer Bana uyarsan (= ittibâ edersen), Ben Sana açıklamada bulununcaya kadar Bana bişey sormayacaksın.” (70. âyet.)

Yola çıkarlar...

Allah’ın kendisine ilim ve hikmet öğrettiği kul, sağlam bir gemiyi deler; sabi/günahsız bir çocuğu öldürür; yıkık bir duvarı tamir eder... (71. 74. 77. âyetler.)

Mûsâ : (Her olayın ardından) Sağlam gemiye niye zarar verdin; masum çocuğu niye öldürdün; acıktık, bu beldede bize kimse bir lokma ekmek/su vermedi, Sen ise bu yıkık duvarı “bedavaya”! niye tamir ettin?!, der.

Kul : Sana sabredemezsin, dememiş miydim?!; Seninle yollarımız ayrılıyor ama ayrılmadan önce “merakını”! gidereyim. Gemi, yoksullarındı, Kral ona da el koyacaktı; çocuk, ileride sâlih olan ana-babasına zarar verecekti, Allah onlara sâlih evlât verecek; o yıkık duvarın altında yetimlere ait bir hazine vardı... (71-82.)

Ben bunları kendiliğimden yapmadım. = “ve mâ fealtühû ân emrî” (82. âyet.)

...

Bilme, olgu ve olayların yakın ve uzak sebepleri ile amaçlarını (gayelerini) öğrenme ise, bu sabır gerektiren bir iştir. Bunu, O kul Mûsâ’ya teorik yolla değil, pratik yolla (= hayatın içinden, yaşayarak) öğretmek istemiştir ama Mûsâ, sabredememiştir!.

Pekiî Mûsâ, aradığını bulmuş mudur?!.

Bence ucunu yakalamıştır.

Takip Ona kalmış...

60. âyetteki iki deniz, (sözgelimi) zâhirde Akdeniz ve Kızıldeniz olabilir ama bâtında bunlar “astar ve yüz” = iç ve dış = kabuk ve öz = madde ve mânadır. Sadece iç (öz, astar, mânâ) veya sadece dış (yüz, kabuk, madde), bilginin künhüne vukûfiyet için yeterli değildir.

Görüntü, çoğu zaman aldatır ama hakikat de aramızda hiçbir zaman “çıplak”! dolaşmaz. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

HADİS & SÜNNET

RECM