İMAN - SEKÎNET - HÂL İLİŞKİSİ

İMAN – SEKÎNET – HÂL İLİŞKİSİ: KLASİK KELÂM VE TASAVVUF ARASINDA YENİ BİR OKUMA

-----------------------------------------------------------------------

Giriş

İslâm düşüncesinin en sancılı tartışma alanlarından biri, imanın mahiyeti ve amelle ilişkisi meselesidir. Tarihte Cemel ve Sıffîn gibi büyük iç çatışmaların altındaki teorik zeminin kırılgan oluşu, özellikle “kâfir-mümin” ayrımının siyasallaşarak kullanılması, günümüz açısından da yeniden gözden geçirilmesi gereken bir problem alanı açmaktadır. Bu çalışma, imanı “sekînet hâli” olarak ele alarak, klasik kelâmın soyut tanımlarını içsel hâl-merkezli bir yorumla buluşturmaya çalışacak; imanın artıp eksilmesi, vesvese, huzur-huzursuzluk, söz-hâl ayrımı ve günahın ontolojik etkisi üzerinden yeni bir çerçeve önerecektir.

-----------------------------------------------------------------------

1. İMAN: SÖZ MÜDÜR, HÂL MİDİR?

Klasik tanımda iman, “kalp ile tasdik, dil ile ikrar” şeklinde tarif edilir. Bu tarif, iki önemli problemi içinde taşır:

1. Dil ile ikrarın imanın ayrılmaz bir parçası olup olmadığı,

2. Kalp ile tasdikin psikolojik mi, bilişsel mi yoksa varoluşsal mı olduğu.

Bu makale, imanın “bilgisel” bir tasdikten çok “varoluşsal bir yöneliş ve içsel denge” olduğunu savunur. Kur’ân’ın imanı tanımlarken sürekli olarak “sekînet, itmi’nân, huzur, güven, teslimiyyet” gibi duygusal-hâlî kavramlarla konuşması dikkate değerdir.

Örneğin:  

— “Kalpleri Allah’ı zikretmekle mutmain olmaz mı?” (Ra’d 28.)  

— “Allah, müminlerin kalplerine sekînet indirir.” (Fetih 4.)  

Bu kavramların hiçbiri salt bir “tasdik eylemi” değildir. Hepsi bir "hâl"dir. Bu nedenle iman, en güçlü biçimde “sekînet hâlidir” denebilir.

-----------------------------------------------------------------------

2. İMAN – SEKÎNET İLİŞKİSİ: NEDEN HÂL TEMELLİ BİR TANIM?

Sekînet, kelime olarak “sükûnet, durulma, yerine oturma, denge” anlamlarına gelir. Tasavvufî literatürde ise “ilâhî huzurun kulun kalbine inişi” olarak tanımlanır.

Eğer iman = sekînet ise, şu sonuç doğar:

Sekînet artıyor ve eksiliyorsa, iman da artar ve eksilir.

Bu yorum, Ehl-i Sünnet’in “iman artar ve eksilir” görüşüyle uyumludur; fakat farklı bir temellendirme sunar:

— İman, bilişsel bir tasdikin değil, "ontolojik bir denge hâlinin" adıdır.  

— Bu denge, ilâhî teskinle güçlenir; vesvese ve günah ile zayıflar.

Bu yaklaşım, imanı “psikolojik bir duygu”ya indirgemez; aksine duygunun da ötesine geçen “varoluşsal bir salâbet” olarak ele alır.

-----------------------------------------------------------------------

3. ŞEYTAN’IN KONUŞMASI VE TANRI’NIN KONUŞMASI: İKİ AYRI İÇSEL TESİR

Kur’ân’da şeytanın fiilleri çoğunlukla “vesvese vermek”, “kalbe fısıldamak”, “korkutmak”, “dağıtmak” olarak geçer.

— “Şeytan sizi fakirlikle korkutur.” (Bakara 268.)  

— "Şeytan onlara vesvese verdi." (A’râf 20.)

Tanrı’nın fiilleri ise:

— teskin,  

— teyit,  

— sekînet indirme,  

— kalbi genişletme,  

— gönlü nur ile parlatma şeklinde anlatılır.

Dolayısıyla, şeytanın konuşması = sekîneti azaltan konuşmadır.  

Tanrı’nın konuşması = sekîneti artıran konuşmadır.

İçsel hâlleri ayırt etmenin anahtar ölçütü tam da budur.

-----------------------------------------------------------------------

4. VESVESE – HUZUR: İÇSEL ÖLÇÜ NASIL ÇALIŞIR?

Kişi, içsel olarak iki hâl üzerinden kendisini yoklayabilir:

1. Huzur, genişlik, açıklık → ilâhî telkinin belirtisi  

2. Daralma, tedirginlik, sıkışma → vesvesenin belirtisi.

Bu, sezgisel bir tanıma kapı açar. Mümin, kendi iç âleminde akan bu iki kaynağı kalbin “nefsi merkez” ve “Rabbânî merkez” olarak ayrılmasıyla deneyimler.

Vecilet (وَجِلَتْ) kelimesi de burada yanlış anlaşılmıştır. “Kalpleri vecel etti.” ifadesi (Enfâl 2.) “korkudan titreme” değil, “derin saygı ve varoluşsal titreşim”dir. Bu hâl, sekînetle çelişmez; onu besler.

Bu nedenle vecel ≠ korku.  

Vecel = yoğun farkındalık + iç titreyiş.

-----------------------------------------------------------------------

5. İMAN, SÖZ DEĞİL HÂLDİR: ŞEHÂDETİN TEMSİL FONKSİYONU

Şehâdet sözü, imanın kendisi değil, "temsilidir", imanın dışa vurumu, delili, ilanıdır.

İman = hâl  

Şehadet = hâlin dili  

Amel = hâlin davranışa dönüşmesi

Böylece iman şeması şöyle kurulabilir:

1. İçsel yöneliş ve sekînet (asıl)  

2. Sözle ifade (temsil)  

3. Amelle görünüş (tezahür)

Bu çerçevede imanı sözle sınırlamak, onu kelâm-fıkıh düzeyine hapsetmek demektir.

-----------------------------------------------------------------------

6. İMAN – AMEL/HÂL İLİŞKİSİ: KLASİK KELÂMIN PROBLEMİ

Klasik teolojide “amel imandan bir cüz değildir” denir.  

Bu ifade tarihsel olarak Haricî ve Mürciî tartışmalarından doğmuştur, saf teorik bir sonuç değildir.

Haricî: Büyük günah → küfür  

Mürciî: Günahın imana etkisi yok  

Ehl-i Sünnet: İman artıp eksilir ama günah küfre götürmez

Bu üçlü çıktı; fakat hiçbirinde “iman = hâl” perspektifi yoktur. Bu makale şu tezi savunur:

Eğer iman bir hâl ise, amelsiz bir hâl eksiktir; fakat hâl tamamen yok olmadan küfür gerçekleşmez.

Bu, eylemin imanın özü olmadığını ama onun aynası olduğunu söyler.

-----------------------------------------------------------------------

7. GÜNAH: KİŞİYİ “O ÂN” KÂFİR KILAR MI?

Burada klasik terminoloji yetersiz kalır çünkü “kâfir” kelimesi bugün metafizik bir mutlaklık gibi algılanıyor. Oysa Kur’ân’da küfür = örtmek demektir.

Bu makale şunu önerir:

Günah işleyen kişi, o anda kendi içindeki hakikati örter → yani “o anlık küfür” gerçekleşir.  

Fakat bu, “komple bir küfür” değildir.

Komple küfür = varlığın bütün katmanlarında hakikatin örtülmesi.  

Anlık küfür = sekînetin kararması ve hakikatin görünmez hâle gelmesi.

Böylece:

— Günah, imanı tümden yok etmez.  

— Fakat imanı zayıflatır, perdeler, hâlî karartır.

Tam da bu nedenle:

İman artar-eksilir; çünkü sekînet artar-eksilir.

-----------------------------------------------------------------------

8. TARİHÎ ÇATIŞMALAR: SİYASAL TEKFİRİN TEORİK ZEMİNİ NASIL KAYDI?

Cemel ve Sıffîn gibi olaylarda tarafların birbirini “kâfir, fâsık” diye nitelemesi, imanın kaba bir tanımına dayanıyordu:

— İman = söz + siyasi pozisyon  

— Küfür = yanlış siyasi pozisyon

Böylece siyaset, teoloji üzerinden kutsallaştı.  

Teoloji ise siyasetin polemiğine indirgenip kirlendi.

Bu makalede savunulan hâl temelli iman yorumu, bu zemini tamamen çökertebilir. Çünkü:

Kişinin kalbî hâli, siyasî tutumla ölçülemez.  

Siyasî hata ≠ metafizik küfür değildir.

Siyasal tarihteki kırılmaların önemli kısmı, imanın “hâl değil hukuki kategori” olarak anlaşılmasından doğmuştur.

-----------------------------------------------------------------

9. SONUÇ: SAĞLAM ZEMİN — HÂL TEMELLİ İMAN

Bu makale, imanı yeniden hâl merkezli düşünmeye çağırır:

1. İman, sekînettir.  

2. Sekînet artar-eksilir; iman da artar-eksilir.  

3. Şeytanın konuşması sekîneti azaltır; Tanrı’nın konuşması sekîneti artırır.  

4. Vesvese, huzursuzluk ve içsel daralma ile kendini belli eder.  

5. Şehadet söz değil temsil; amel tezahürdür.  

6. Günah anlık bir küfürdür: hakikatin örtülmesidir.  

7. Komple küfür, varlığın tüm katmanlarının kararmasıdır.  

8. Tarihî siyasi çatışmalar, imanın yanlış tanımlarından beslenmiştir.  

9. Sağlam zemin: İmanı hukuki kategori değil varoluşsal hâl olarak anlamaktır.

Bu çerçeve, hem bireysel dinî tecrübenin hem de İslâm tarihini yorumlamanın daha tutarlı ve daha insaflı bir yolunu açmaktadır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

NEREYE?!.

İMSAK ve İFTAR

İMAN - AMEL İLİŞKİSİ