HİKMET

#Hikmet, bilmeyi, anlamayı ve amel etmeyi (= yaşamayı) içinde barındıran bir “kelime”!.

“Kime hikmet verilmişse, ona çook büyük bir hayr verilmiştir.” (2/269.)

Hikmet, iyiyi-kötüyü, güzeli-çirkini, doğruyu-yanlışı bilmek, onların maksadını anlamak = kavramak; hayr, onları yapmak veya yapmamaktır.

Bu, bir ölçüde Aristo’nun #phronesis (= pratik bilgelik) dediği şeye karşılık gelir. Âlimler, bilgin; filozoflar, bilgedir; ama ortada amel/eylem yoksa, ne âlimler ne de filozoflar hakîmdir, bilgedir, eylem/amel yoksa, aslâ hikmet sahibi = #bilge olunamaz.

Kur’ân’ın en başat sıfatı da hakîmdir. “Yâ-Sîn, vel Kur’ân’il Hakîm.” (36/1-2.) Kur’ân, muhataplarına doğru, iyi ve güzel bilgi/yi verdiği kadar; sâlih amel/i  de (= pratik yapmalarını da) öğütler. Dar anlamıyla namaz, geniş anlamıyla salât da bu hikmeti, bilgi (= #kıraat) ve amel (= #rükû’-secde) olarak bünyesinde barındıran, hem fikrî hem bedenî (= fiilî/amelî) bir ibâdettir.

#Namaz, nasıl Allah içinse, fikir/bilgi ve amel/eylem de Allah içindir.

14/40’daki Hz. İbrâhim (a.s.)’ın duâsı, “şeklî, içi boş, anlamsız”! bir #duâ değil; amel/eylem kadar ilkeyi ve gayeyi de içeren bir yakarıştır.

Ancak kendisine hikmet verilenler = hikmet sahibi olanlar şöyle yakarabilirler :

“Benim salâtım (= namazım?!), nusüküm (= tüm yapıp-etmelerim, amellerin), hayatım ve ölümüm, âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.” (6/162.) Menâsik, nusükün çoğuludur; menâsik, her ibadetin (eylemin) hem şekli hem ruhu/özüdür.

Âyetin bağlamına (158/159. âyetlere) dikkat edersek, inanan ama imanlarından hayr görmedikleri için dinlerini paramparça edenlerden (= fırkalara = mezheplere, tarikatlara, cemaatlere ayrılanlardan) söz edildiğini; ve Senin onlarla bir ilişkin yoktur, denildiğini görürüz.

Ruhî (fikrî/düşünsel) ve toplumsal (siyasal) parçalanmışlığı (= bölünmüşlüğü, savrukluğu), sadece hikmet toparlar-bütünler. Hikmet, her bilgiyi ve her eylemi “tek bir gayede/amaçta” (= Allah’ta = Allah rızasında) birleştiren, en büyük ilâhî ikramdır.

Hikmet, insanda/fıtratta/vicdanda duyulan Rabbin sesidir/nefesidir. Bu sesi/nefesi “duyan”!, gereğini hemen yapar, aslâ tembellik ve ihmalkârlık gösteremez.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

NEREYE?!.

İMSAK ve İFTAR

İMAN - AMEL İLİŞKİSİ