NİÇİN OKUYORUZ?!.

Önce, bu soruyu gündelik (genel) düzeyde ele alalım, sonra da “özelleştirelim”!. Okuma deyince, ilk elde aklımıza, okuma-yazma öğrenmeden meslek sahibi olmaya (= ilkokuldan üniversiteye) kadar gösterdiğimiz tüm çabalar gelir. Bu bağlamda niçin okuyoruz sorusunun cevabı da, büyük oranda iyi bir iş (meslek) sahibi olmak ve çok (= iyi) para kazanmaktır. Bu okuma, statü, makam-mevkî ve ün-unvan, nam da kazandırır. Birilerine veya belli bir düşünceye (ideolojiye veya cemaate) yakınsanız (= “dayınız”! varsa), devlette üst düzey bürokrat (= G. Müdür, Müsteşar); üniversitelerde Prof. Doç. Rektör, Dekan olabilirsiniz. 

Benim kastım, böyle bir okuma değil, başka tür/lü bir okuma. Bu okumada da elbet bir niyet var. Niyet, hem nedendir (= sebeptir) hem sonuçtur (= amaçtır); yâni, neden okuduğumuzla, niçin okuduğumuz “aynı noktada” birleşir; bu, belli bir süre sonra neden-niçin yaratıldık (= var edildik) sorusu ile de aynılaşır.

Kur’ân, bu soruya ilahî bir cevap vermek için indirilmiştir, ve Kur’ân, bu amaçla okunmalıdır. Kur’ân’dan bir âyeti veya bir pasajı (bölümü) okurken; neden, niçin böyle söyleniyor ve benden ne isteniyor soruları sorulmalıdır.

Ama biz Kur’ân’ı, sadece “sevap kazanmak” için okuyoruz.

Anlaşılmayan Kur’ân, neden-niçin (= varoluş) sorularına cevap vermez. Sevap, ânlık, geçici bişey değil; kalıcı ve bizi öteye taşıyıcı, orada da ebedî yaşatıcı bişey. Sevap, iyiliklere verilen bir mükâfattır; bu mükâfatın hem burada hem ötede sonuçları olur. Kur’ân okuma, bizi iyilik yapmaya, kötülüklerden kaçmaya sevk etmezse, “okumanın bizzat kendisi” bir amaca dönüşür, bu okuma bitince de her şey biter; ve bu tür okumalar belli günlere (= aya = Ramazan’a, kandillere) yoğunlaşır. Ben bu tür okumalara, (yaşanan gündelik) hayattan (= hayatın gerçekliğinden) kopuk okumalar diyorum. Bu okumalar da, belli günlerde (= kandillerde) ve senede bir ayda (= Ramazan’da) hayatımıza belli oranlarda dokunsa da, bugünlerin toplamı senede 40 günü bile bulmaz. Bu 40 günde “full çalışsak ve sürekli stok yapsak” bile, bu stok, geri kalan 325 güne yetmez; yeter mi?!.

Her gün, günde beş vakit kıraat (= okuma) şart; ama biz o beş vakitteki kıraatların da kolayına kaçıyor, sondaki 10 kısa sûre (= elemtere ve aşağısı) ile işi bitiriyoruz.

...

Çoğumuz Kur’ân okumasını bilmiyoruz, ama sevaptan mahrum kalmayalım diye, Kur’ân bilenlere (= bu işi meslek edinenlere!) para verip (parayla) Kur’ân okutuyoruz.

...

Müzzemmil 20. âyette (73/20), Kur’ân’dan “kolayınıza geleni okuyun = ... fekraû mâ teyessere minel Kur’ân”, denir. Âyet, uzun bir âyettir; âyet, gecelerini Kur’ân’ı anlamak için uyanık geçirenlerden ve Kur’ân’ı anlamakta zorlananlardan söz eder. Merhametli Rab bize : “kolayınıza geleni okuyun”! (kendinizi zorlamayın!) diyor ama bunu alışkanlık hâline getirin demiyor; âdetâ kolay olanı yapa yapa zor olanı kolaylaştırın, diyor. Kur’ân bize bir hedef koymuşsa ve biz bu hedefi yakalamakta fiilen zorlanıyorsak, Kur’ân’ı anlamak da zordur, ve bu zorluk bi şekilde aşılmalıdır. Nasıl?!. Aşama aşama. Hayat da böyle aşama aşama yaşanan, su gibi akıp-giden bişey değil midir?!. Su, belli engellerde akışını durdurur, o engeli aşacak hacme ulaşınca tekrar akmaya başlar; ama kaynak kurursa, su da kokar. Sürekli Kur’ân okuyarak, sürekli beslenmemiz lâzım. Bu okumaların verdiği enerji/güç, önce Kur’ân’ı anlamamıza sonra da Kur’ân’a göre yaşamamıza yol/imkân verir inşallah. 

“Sen, Sana vahyedilene sımsıkı sarılmaya (= festemsik) bak. Kuşkusuz Sen dosdoğru bir yoldasın. Kuşkusuz O (= Kur’ân), Sana ve halkına bir öğüttür. Ondan sorulacak, sorguya çekileceksiniz.” (43/43-44.)

Kur’ân’a sarılmadığımız sürece, doğru yolda olmamız mümkün değildir.

(Not : Buradaki Sen’ler (Sana’lar) kim; ilk elde Efendimiz, sonra da bizler değil miyiz?!.)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

NEREYE?!.

İMSAK ve İFTAR

DİKKATLİ/DİKKATLE DİNLEMEK