EBÛ ZER GIFÂRÎ
Eşkıyalık yapan biri iken Efendimizin davetinden haberdar olan ve bu davete ilk icabet eden ilk beş Müslüman arasındadır Ebû Zer. Mekke’de açıktan Müslümanlığını ilân eder ve bu yüzden müşriklerden çok dayak yer. Efendimiz de onu, kavmine (= Gıfar’a) tebliğ için gönderir; kavminin neredeyse yarısı Müslüman olur. Hendek savaşından sonra Medine’ye gelir, Ashab-ı Suffa’nın yanına, Efendimizin yakınına yerleşir. Efendimizin son yıllarında (625-632) hep yanındadır.
Efendimiz onun için : “Gök kubbenin altında, yeryüzünün üstünde Ebû Zer’den daha doğru sözlü kimse yoktur.” buyurmuştur. (Tirmizi, Menâkıb, 35. İbn-i Mâce, Mukaddime, 11.)
Efendimizin vefatından sonra III. Halife Hz. Osman’ın zamanına kadar hep Medine’dedir Ebû Zer. Neredeyse her sefere (Suriye, Mısır, Kudüs’ün fethi) katılır. Muaviye’nin Suriye valiliği sırasındaki müsrif harcamaları onu rahatsız eder; durumu III. Halife Hz. Osman’a arz eder ve duruma isyan eder. Ve Hz. Osman onu Rebeze’ye (sürgüne) gönderir. Rebeze, Mekke-Medine arasındaki bir çöldür. Onu sadece Hz. Ali ve oğulları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin Rebeze'ye uğurlar. 653 yılında Hz. Osman’ın halifeliği döneminde (644-656) Rebeze’de vefat eder.
Hz. Osman’la araları “iyi” değildir. Çünkü, ona (= Ebû Zerr’e) göre Hz. Osman, devlette ehliyete, liyakate ve ekonomik adâlete riayet etmemiş, devlette, Ümeyyeoğullarına öncelik (= ayrıcalık) tanımıştır. Bu durum, Hz. Ali’nin hilafetini zora sokmuş; Hz. Ali zamanında yaşanan Cemel ve Sıffin savaşlarına neden olmuştur. Emevî devleti, Ümeyyeoğullarının saltanatı sayesinde kurulmuştur.
Ebû Zer, saltanat karşıtı biriydi. İhtiyaç fazlası malın biriktirilmesine (= kenze) şiddetle karşıydı; bu yüzden, devletle (= devlet yöneticileri ile) arası hiç iyi olmadı. O, gariban (= fakir ve mazlum) dostu, sade ve mütevazî bir insandı. Vefatında kefenlenecek kefen bezinin dahi olmadığı, cenazesini aralarında Abdullah b. Mesud’un da bulunduğu bir kafilenin bulduğu söylenir.
Bir eşkiyâyı, neredeyse merhamet timsali ve gariban dostu bir evliyâya dönüştürebilen bu din; nasıl oluyor da saltanat yanlısı, açgözlü ve dünya malına düşkün, tamahkâr insanları ve yöneticileri de içinde barındırabiliyor?!.
“İslam, şüphesiz garip olarak başladı ve günün birinde garip hale dönecektir. Ne mutlu o gariplere!”
Gariplerin kim olduğunu soran Abdullah b. Mesud’a, Efendimiz : “Kabilelerinden dinleri için ayrılıp uzaklaşanlardır.” buyurmuştur. (Müslim, İman, 232.)
Yorumlar
Yorum Gönder