HAYAT BİR SINAV...
Herkes bu sınava “aynı yerden, aynı düzeyden” başlamıyor ve sınav bitince de aynı yere varmayacak!. Bu sınava, kimi avantajlı; kimi de dezavantajlı (= kimi doğuştan zengin, kimi doğuştan fakir; kimi sağlam, kimi sakat; kimi erkek, kimi kadın, vs.) olarak başlıyor; arada sayısız merhaleler (= mertebeler, aşamalar) var. Ama bu merhaleler (= mertebeler), sonucu etkilemiyor; herkes bulunduğu merhalenin (= mertebenin) hakkını verip-vermediğine bakılıyor. Biraz açayım. Zengin doğan, belli bir süre veya hep zenginlikle; fakir doğan, belli bir süre veya hep fakirlikle deneniyor. Sağlamın sorumluluğu ile sakatın sorumluluğu aynı görülmüyor. Âmirle memur; âlimle cahil de aynı değil. Oysa biz, bu ontolojik ve sosyolojik (= toplumsal statü) farklılıkları/nı bir “haksızlık”! olarak görüyoruz; ve buradan, ilâhî adâleti sorgulamaya kalkıyoruz; kötülük probleminin (= teodise meselesinin) doğduğu yer de burası; ortada ilâhî bir kötülük yok.
İlâh, herkese aynı (düzeyde veya zorlukta) sorular sormuyor; çünkü herkesin aynı imkânlara ve şartlara sahip olmadığını görüyor, biliyor. Ayrıca, bu imtihan (= sınav), bir bilgi imtihanı (= sınavı) değil, bir davranış imtihanı. (= sınavı.)
“Allah, hanginizin daha güzel iş (= amel, davranış) yapacağını denemek (= sınamak, görmek) için, ölümü ve hayatı yarattı.” (67/2.)
Bu sınav, hangimizin zengin, hangimizin fakir; hangimizin âlim, hangimizin cahil; veya hangimizin âmir, hangimizin memur, vs. olacağını görmek için değil. Bunlar, denemenin araçları, fiilî sınav soruları. Bu pozisyonlarda nasıl davranacağımıza, nasıl kulluk yapacağımıza (= Allah’a itaat veya isyan edip-etmeyeceğimize) = ahlâklı, dürüst davranıp-davranmayacağımıza (= bencillik, haksızlık yapıp-yapmayacağımıza) bakılıyor; ve her pozisyonun ve davranışın puanını da bizdeki ihlâsa (= samimiyete) bakarak O belirliyor. Ve sonunda bize, bir “karne/belge”! (= diploma veya pasaport) veriliyor. O “karnede/belgede”!, nereye gideceğimiz, gideceğimiz yerde ne yapacağımız da yazılı. Cennet ve cehennem melekleri (zebâniler) o “karnedeki/belgedeki” (= amel ve karar defterindeki) talimatlara göre bize yol verecek; ‘sen şuraya, sen de şuraya’, ... diyecekler. Bazılarına, senin mecburî istikametin (= yolun) cehennem, doğru cehenneme!; bazılarına, senin mecburî istikametin cennet, gözün aydın!, diyecekler. (Bknz. 39/70-75.)
Kimseye zerre haksızlık edilmeyecek, kimse, zerre torpil görmeyecek. Allah-u A’lem, oradaki şefaati de buradaki davranışlarımızın “özgül ağırlığı” belirleyecek.
Kimse, şimdiden sevinmesin ve üzülmesin; ben 'şu oldum' diye gerinmesin, övünmesin; henüz sınav bitmedi, sonuçlar açıklanmadı!.
Yorumlar
Yorum Gönder