EMEK
Bir işin yapılması, bir meselenin çözülmesi (hâlledilmesi) için harcanan mesai = beden ve kafa gücü. O işin sonunda maddî-manevî bişey (= hâsıla = para veya fikir) elde edilir; buna kazanç da denir. Burada mâlî ve fikrî mülkiyet devreye girer.
Emeğin Arapçası se’aydir, ameldir. Herkesin se’ayi, ameli/çalışması (ve kazancı) aynı değildir; kimi az kazanır, kimi çok. Kimi çok çalışır az kazanır; kimi de az çalışır çok kazanır. Rızık, nasip işidir. Rızkın bir kısmı bedeni, bir kısmı aklı ve kalbi (gönlü) besler. “inne se’ayeküm le-şettâ” (92/4.) Buradaki azlık-çokluk görecelidir. Ortada bir cimrilik ve açgözlülük yoksa, “az veren candan, çok veren maldan verir.” Verilen, emekle elde edilendir. Para kazanmak için çalışan da, ilim elde etmek (kazanmak!) için çalışan da bunları belli bir emekle elde ederler. Ne yazık ki günümüzde ilmin para kadar değeri yoktur. Para verenler el üstünde tutulurken, ilim verenler görmezden geliniyor. Âlimler zenginler kadar değer (= itibar) görmüyor. Oysa para da, belli bir ilimle (= helâl yollardan) elde edilir = kazanılır. Paranın ilimle irtibatı kopunca = insanlar kurnazlıkla veya haksızlıkla para kazanmaya başlayınca, ilim gözden düşüyor.
Herkesin çalışma alanı (= mesleği) ve kazancı farklı. Kimin gerçekten kazandığı; kimin kaybettiği şimdi belli olmaz. Gün gelecek, bazı yüzler gülecek; bazı yüzler kızgın ateşe girecek ve kömür gibi kararacak. İşte o gün, insan anlayacak, boşuna mı yorulmuş, yoksa yaptığından hoşnut mu kalmış?!. (Bknz. 88/Gâşiye, 1-26.)
Yorumlar
Yorum Gönder