ANLAYARAK OKUMAK
Anlamanın Arapçası, fehm, idrak. İngilizcesi, understand. Türkçede, bir metni ve o metnin içindeki bir cümleyi anlamak veya o cümleye vukûfiyet kesbetmek için, “üstünde durmak” tâbiri kullanılır.
Arafat’taki vakfeye bir de buradan bakın. Arafat, arefe’den; vakfe, durma/k/’tan. Buradaki durma, beklemek veya vakit (zaman) geçirmek değil, “düşünmek”!. Düşünme olmadan anlama; anlama olmadan ma’rifet olmaz; en iyi ma’rifet Arafat’ta olur, Arafat, ara’da olmak, ara’daki, aradaki farkı bilmektir. (İlk ara, aranın kendisi; ikinci ara, iki şeyin arası.)
Türkler (= Türkçede) bişeyi anlamak için, o şeyin üstünde durur; İngilizler (= İngilizcede) de altında = altını çizer. (Under, alt; stand, durmak; understand, altında durmak = altını çizmek.) Alt ve üst, dikey aradır; anlamak, yukarı doğru bakmak, tırmanmaktır; isimler (adlar, kelimeler) ile semâ (gök) aynı etimolojik kökten/kökendendir. Alt, dünyadır; üst, semâdır. Batı, alta (dünyaya) bakar; doğu ise, üste (göğe, öteye).
...
Kur’ân, gökten yere (= yüksekten alta), Rabbimizden bize inmiş bir Kitâb’tır. Bizler, şu ânda yerde (dünyada) olduğumuza göre, yerden yukarı bakmayı beceremezsek, anlamayı gerçekleştiremeyiz. Kur’ân, bizi yukarı çıkarmak için indi, burda (bu dünyada) tutmak için inmedi, gelmedi. Kur’ân’ı ne kadar iyi anlar ve yaşarsak, o kadar yukarı çıkarız. Kur’ân bir merdiven (!) gibidir. Arap dilinde merdiven : süllem, matla’, derace, müderrec ve mi’rac olarak karşılanır; en yükseğe çıkaranı, mi’ractır.
Anlama ve yaşama yoksa, merdiven yere yatırılmıştır; o merdivenle ancak ‘sek sek’ oynanır.
Anlama, aynı zamanda bilmedir. Bilmenin, kişiyi yukarı taşıyabilmesi için, o bilgi ile amel edilmesi = merdivenin o basamağının aşılması şarttır. Merdivenin basamakları tek tek çıkılır; birden, 10. veya 20. basamağa çıkılmaz.
Ramazandaki oruç ve Kur’ân, yatay (= yatık) merdivenimizi, dikey hâle getirmemiz ve yukarı çıkabilmemiz için bize verilmiş birer hediyedirler. Oruçla/oruçta iştahımız Kur’ân’a = Kur’ân’ı anlamaya yönelmeli; ve oruç ve Kur’ân, bizi tutmalı; bizi düştüğümüz, dünyaya çakılı kaldığımız yerden kaldırmalı, kurtarmalı, bizi yukarı (göğe, semâya, yücelere) çıkarmalı, yöneltmeli!. Bu da, önce anlama ile, sonra da eyleme ile olur; eylemesiz (= eylemsiz) anlama, entellik-dantelliktir.
Anlama, inanma; eyleme, yapma/davranmadır. = “émenû ve amilu-s sâlihât.” İman olmadan sâlih amel olmaz; sâlih amel olmadan da iman meyve vermez. İttiqâ (= taqvâ), kişiyi sâlih amele yöneltir.
“İyi bilin ki, Allah dostları (= evliyâullah) için korku ve hüzün (= üzüntü) yoktur. Onlar, iman eden ve takqâ sahibi olan kimselerdir.” (= ellezîne émenû ve kânû yetteqûn.) (10/62-63.)
Kur’ân’ı anlamanın ilk şartı, Kur’ân’a saygıdır; Kur’an’a saygı, Allah’a saygıdır. Bu yüzden, Kur’ân okumak sünnet, dinlemek farzdır. Okumayı dinlemeye ve anlamaya dönüştürmek, zamanla olacak inşallah.
“senukriuke felâ tensâ, illâ mâ şâellah...” (87/6-7.)
Yorumlar
Yorum Gönder