KUR'AN-I BATI AKLI İLE OKUMAK

Modernistler, Kur'ân’ı batı aklı ile okuyor ve anlıyorlar. Gelenekçilerin aklı ise tarihe/geçmişe takılı = anakronik ve taklitçi; her iki akılda özgün değil. Modernist akıl, batı aklını; gelenekçi akıl, eski aklı = eskide/n kalmış aklı aynen taklit eder. Selefî aklı (da), gelenekçi akla dahil etmenin bence bir sakıncası yok.

Batı (aklı), kilisenin tasallutundan (= engizisyonundan) ve tekelinden çok çektiği için, başta Descartes, Spinoza ve Kant olmak üzere, aklı bu kurumsal dinin (kilisenin) tekel ve tasallutundan kurtarmak için “özgürleştirmişlerdir”! ama bu özgürleştirme, basbayağı bir kopuştur. Olması gereken bu muydu?!. Buydu. Çünkü her kopuşun kendi şartları var ve o şartlar, oluşan yeni aklı da şekillendirir.

Bu aklı biz, oradan/onlardan aynen alırsak, bizim şartlarımıza uymaz, uymuyor. Batıda dinden kopuşa, Yunan aklı çok büyük destek vermiş, bu aklı, (= batı aklını) gökten yere indirmiş, maddeye indirgemiştir, onu sadece doğaya hasretmiş, insanın (= toplumun) Tanrı ile bağını koparmış, dini vicdanlara mahkum etmiştir. Batı bilimi de buradan doğmuştur.

Bu süreç, Martin Luter, Jean Calvin gibi papazların katolikliğe (kiliseye) itirazları ile başlamış; oradan akademiye (felsefeye) taşınmış ve çook zor şartlarda (= 16 ve 17. yy boyunca neredeyse Avrupa’nın tümüne yayılan mezhep = 30 yıl savaşları ile) yaygınlaşmıştır. 

Bizdeki mezhep savaşları (çatışmaları), onlarınki kadar sert olmamıştır ama bu çatışmalar, bizde de aklın bağımsız = özgür çalışmasına engel olmuştur. Akla “aşırı”! değer atfeden Mu’tezile, Hicri 1. Yy’da (80’de) doğdu, miladî 7. ve 8. Yy’da Abbasiler döneminde gelişti ve yine Abbasiler döneminde (9. yy’da) dışlandı. Usul-u Hamse, Mu’tezile’nin ana ilkelerini ifâde eder....

Aklı, sâlih amel bağından (= vahiyden) koparırsak, Yunan aklının tuzağına düşeriz. Nitekim öyle olmuş; din, sadece aklî (nazarî/teorik) bilginin konusuna indirgenmiş, amelden ayrı addedilmiştir. Mu’tezilenin el-menzile-tü beyn-el menzileteyn ilkesi = büyük günah işleyenlere kadar tarafsız duruşu; Mürcie mezhebinin ortaya çıkışı; Ehl-i Sünnet’in iman ile amelin arasını ayırması gibi hususlar, batı aklının kilise ile arasını ayırmasına benzer. Bu ayrım, Yunan felsefî metinlerinin Arapçaya çevrilmesi sonucunda İslâm kelamcılarının (hatta fıkıhçılarının) da bu akılla hükmediyor, hüküm veriyor olmalarına sebep olmuştur.

Hâlâ bu aklı kullanıyoruz. 

Hâlâ Kur'ân’a (dine) bu akılla bakıyoruz.

Bize sahabe aklı lâzım. 

Kur'ân, cahiliyenin putlara bölünmüş aklını (başına) toplamak için indi. Bunu da “Lâ ilâhe illâ-l Allah.” diyerek, insanları Tevhid’e davet ederek yaptı. “Lâ ilâhe illâ-l Allah.” ilkesi (mottosu) unutularak çalışan akıl, batı aklıdır. Bu akıl, hayatı (dünya-âhiret, din-dünya) diye böler = seküleştirir. Bu akılla okunan Kur'ân’dan ahlâk çıkmaz. Sahabe, okuduğu Kur'ân’ı ânında amele döküyordu; “sevaptır”! diye Kur'ân okumuyordu; Kur'ân’ı, hayatını düzene sokmak için okuyordu.

Yunan aklı çok tanrıcı bir akıldı; batı aklı bu aklı üçe indirdi (teslis).

İmanın amelden ayrılması da aklı böldü; akıldaki samimiyeti (bütünlüğü, tevhidi) yok etti.

İnsan bütünlüğü söz konusu olunca, akıl kalpten; söz (kavl) eylemden (davranıştan) ayrılabilir mi?!.

Ne zaman iman, amelden ayrıldı, akıl da rotasını (= doğru istikâmetini = sırat-ı müsteqîmini) kaybetti.

Ayrıca bknz. https://www.insaniyet.net/iman-nedir/

Aklımızı Kur'ân’ın dönüştürmesine açmazsak, Kur'ân’ı Yunanın = Batının kirlenmiş aklı ile okumaya devam edersek, Kur'ân bizi (hayatımızı) dönüştürmez; bizi ahlâklı bir kul yapmaz. Kur'ân okumaya başlarken Eûzü-Besmele çekme, somut-soyut putların/tağutların kirlettiği aklı temizlemedir. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

NEREYE?!.

İMSAK ve İFTAR

İMAN - AMEL İLİŞKİSİ