BU GİDİŞ NEREYE?!.

Gidiş, gelişle irtibatlı. Burayı (burada bulunmayı) röper alırsak – ki başka çare de yok --, gidiş, ölüm; geliş, doğumdur. O zaman, doğru tabir, geliş-gidiş; bu yazının konusu, bu geliş-gidişin istikâmeti (= yönü, kıblesi).

Herkes, geliyor, geldiği yeri “biliyor”! da acaba gittiği yeri biliyor mu?!.

Tüm vahiyler, insanoğlunun gidiş istikâmeti bozulunca inmişler; en son vahiy, M.610’da bu istikâmeti düzeltmek için inmeye başlamış; 23 yılda tamamlanmış. Aradan 1400 yıl geçmiş, istikâmet “bozulmuş” ama inen vahiy (= Kur'ân) bozulmamış.

Kur'ân, bu istikâmeti kıble olarak isimlendirir, kıbleye de “sembolik olarak” Beytullah (= Allah’ın Evi) der.

Bugün yeryüzünde kaç insan, Beytullah’a (= Allah’ın Evi’ne) yöneliyor?!. Beytullah’a şeklen yönelme, fiilen (= gerçekten) doğru istikâmeti (= sırat-ı müsteqîmi) garanti ediyor mu?!.

Bu sorulara olumlu cevap vermek (= evet demek) mümkün değil. Çünkü, Beytullah’a (= Allah’ın Evi’ne) yönelenlerin (= namaz kılanların) çoğu da fiilen yönelmeyenler gibi yaşıyor.

İstikbâl-i Kıble, namazın (= salâtın) ‘dışındaki’ şartlardan; (diğerleri : iç ve dış temizlik/taharet,  setr-i avret, vakit ve niyettir) namaz kılanların büyük çoğunluğu bu şartı (her şartı) “şeklen” yerine getiriyor. Hoş!, namaz kılanların sayısı da her geçen gün azalıyor. Namaz için devasa mabetler (camiiler) yapıyoruz ama o mabetlerde üç-beş kişi ile namaz kılıyoruz; neyse...

Namaz, insanın gidiş yönünü doğru tayin eden en temel ibadettir. Namaz, kılanı fahşâdan ve münkerden (her tür kötülükten) uzak tutar. Kişiyi Allah’ı zikre/hatırlamaya sevk eder. Allah’ı Zikir/hatırlama, ekberdir. (29/45.)

Hayat, yol yürümektir; bu yol, hava-kara-deniz (uçak-araba-gemi) yolu gibi bir yolu değil, yaşam biçimini ifâde eder.

Hâl böyle olunca, başta sorduğum soruyu tekrarlıyorum. Bu gidiş nereye?!.

Nereye olduğu malûm!. Ölüme. 

Herkes, doğduğu gibi, ölüyor (da). Doğuma geliş; ölüme gidiş demiştik. Geliş, aynı “yerden” ama gidiş, aynı “yere” mi?!.

Herkesin aynı yere gitmediği kesin; çünkü herkes aynı şekilde yaşamıyor. Yaşantıya yol, yol (yaşantı) bozulunca da ilâhî müdahaleler olur (olmuş), son müdahale de M.610’da oldu, demiştik.

Artık yeni bir müdahale olmayacak, Risâlet sona erdi; bizler son müdahaleye göre yönümüzü/istikâmetimizi belirleyeceğiz.

Risâletten çok az bir süre sonra istikâmetin “açısı” değişmeye başladı ve bu “açı” her geçen gün genişledi. Biliyorum, “açı” sözcüğü meramımı anlatamadı; biraz açayım. Şöyle : Kıble (= doğru istikâmet), düz bir çizgidir; Kâbe merkezdir; bu çizgi, herkesin bulunduğu yere göre değişir; yeryüzünde yaşayan tüm insanlar için bu, toplamda/totalde 360°lik bir açıdır. Bu çizginin kısa yolu ve uzun yolu var; her yol, eninde-sonunda Kâbe’ye (Allah’a = Beytullah’a) çıkar ama uzun yolların istikâmeti bozuktur, onlar, ters yönden O’na ulaşırlar.

Herkes, eninde-sonunda O’na varacaktır. “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn.” (2/156).

Başka gidecek “yer”! mi var?!. Herkes O’na gidecek. “... eynel mefer? Kellâ lâ vezar. İlâ RabbiKe...” (75/10-12.)

O, kimin doğru yoldan, kaç derecelik bir açı ile; kimin de eğri yoldan kaç derecelik bir açı ile geldiğini bilir.

Niyetim sapma açısını tarihten bugüne panaromik (özet) bir şekilde yazmak idi, yazı uzadı, inşallah o da başka bir yazıya.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

NEREYE?!.

İMSAK ve İFTAR

İMAN - AMEL İLİŞKİSİ