MUTLAK-LIK

Mutlak, kesin, kat’î, tam, eksiksiz, kayıtsız-şartsız. Mutlaklık ise, bu hâllerin bir kimsede (ya da bir şeyde) bulunması hâli.

Mutlaklık hâlleri, ilim, irade, kudret gibi hususlarda vukû bulur. Bu mutlaklık, bizce kısmî mutlaklık; Tanrı’ya göre ise tamdır. Aslında kısmî mutlaklığa tam mutlaklık da denemez.

Tanrı, tam Mürîd’dir (İrade Sahibidir), tam Alîm’dir (Bilen’dir), tam Kadîr’dir (Gücü Yetendir), tüm Esma-ül Hüsnâ aynı şekilde tamdır, bir bütündür (Samed) ve ayrılamaz; Onların ayrılması bizcedir, biz anlayabilelim diyedir. 

Biz ise kısmî iradeli, kısmî bilgili, kısmî kudretli, ... varlıklarız; mutlak varlıklar değiliz.

Tanrı’nın yaratması (bilmesi, iradesi, ...) tüm fiilleri mutlaktır; bizim ‘yaratmamız’ (bilmemiz, irademiz, ... tüm fiillerimiz ise mukayyeddir = sınırlıdır ve Tanrı’nın Mutlak’lığına bağlıdır. 

Meseleye böyle bakınca, bizim tüm fiillerimizde = yapıp-etmelerimizde, bir “kesinlik” de yoktur. Kesinlik yoktur diye, bizler fiil/iş/amel yapmaktan ve fiillerimizdeki sorumluluktan muaf da değiliz.

İradede buna cüz’î irade deniyor. Aynı şey, ilimde, kudrette (tüm fiillerde) de geçerlidir. 

Tanrı’nın yaratması, O’nun tam bilmesinden, tam irade etmesinden, tam görmesindendir. ... O’nun tüm “İsimleri ve Fiilleri”, O’ndan ayrı değildir. Tam Bilen, Tam İrade eder, ... ve Yaratır. Yaratan, Tam Bilir, Tam İrade eder. Yaratan, yarattığı şeyi/şeyleri, “tüm yönleri ile” bilir, murad (irade) eder, ...

Bizler ise, eksik bilir, eksik irade ederiz, ... onun için hiçbir şey/i “yaratamayız.”!.

Yaratma, yapmadır; bilinenin, murad edilenin, ... vukû bulması = olmasıdır. 

Bir şeyin olması için, o şeye dair tüm ayrıntıların = o şeyi oluşturan tüm unsurların özelliklerinin ve o şeyler arasındaki tüm ilişkilerin tam olarak bilinmesi gerekir. Biz bunları tam bilemeyiz, ama yine de o şeyin olmasını (o şeyi yapmayı) da isteriz. İsteme (= irade), yapma değildir; yapmayı dilemedir. O şeyin olmasını (= yaratılmasını) “tam istiyorsak”, o şeye dair “tam bilgi, tam kudret” elde etmeliyiz. Bu “tam bilgiyi, tam kudreti” elde edemeyeceğimizi bile bile, elde ettiğimiz bilgi ve kudretle o şeyi yapmaya = oldurmaya kalkarız, eksik olan/kalan noktaları = yönleri de Tanrı’ya havale ederiz. Aslında o şeyi biz değil, Tanrı yaratmıştır ama Tanrı, bizim çabalarımızı görmezden gelmez. O şey olumlu = iyi bişeyse bize sevap; kötü bişeyse bize günah yazar. Eş’arîlerin kesb teorisi tam da burada devreye girer. Tüm fiillerin gerçek/hakikî fâili Allah’tır. İnsana, bilme, irade etme, görme, işitme yapma, ... kudretini de O vermiştir; insan bu “kudretlerden, hasletlerden” sorumludur.

“Bildikleri ile amel edene Allah bilmediklerini öğretir.” Hadis-i Şerif. Amel, bilgide (iradede, kudrette, vs.) kesinliğe (= mutlaklığı) yol verir; yapma, bilmedeki kesinliktir ve yapma, “yaratmadır.”!.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET