DÜŞÜNCE DONUKLUĞU

Donmak, üşümek, buz tutmak ve belli bir süre sonra da ölmek demek. Bedenimiz donunca nasıl ölürse, düşüncelerimiz donunca (hareketsiz kalınca) da ölür. Düşüncelerin donması, hayatın donmasına; düşüncelerin ölümü, hayatın ölmesine yol açar.

Düşünce ölümü, mevcut düşüncelerin beslenmemesinden veya yeni düşüncelerin üretilmemesinden kaynaklanır. Düşünceler de insanlar gibidir; doğarlar, büyürler ve ölürler. Yeni insan doğumu olmazsa veya doğan insanlar beslenmezse, nesil devam etmez.

Düşünür, düşünce üreten adamdır; müctehid, üretilen düşünceyi büyüten ve geliştiren adam.

Müctehid, ictihad yapar. İki kelime de cehd kökenden. Müctehid, düşünce = fikir alanında cihad yapan adamdır. Müctehid, düşünürden farklıdır. Müctehid, Kur'ânî ilkelere ve “belli bir merkeze” bağlıdır, bu yüzden tutarlıdır; düşünür, kendini herhangi bir ilkeye bağlı hissetmez, sallar. Bu, filozoflar ile Peygamberler arasındaki farkın da nirengi noktasıdır.

Düşünce, dilde açığa çıkar, dille ifâde edilir, aktarılır. Dilin (= düşüncenin) kabuğu lafız; özü anlamdır. Lafız, donuk = hareketsiz = ölü harflerden oluşur; lafzı mânâ hareketlendirir = canlandırır. Elbet lafızda da bir mânâ vardır ama bu mânâ donuktur. Te’vil (= yorum), bu dış (metinsel) mânâyı derinleştirme, öze indirme işidir. Te’vilde (= yorumda) aşırı gitmek, dış mânâ ile iç mânâyı birbirinden koparmaktır. Dış mânâya şeriat dersek, iç mânâ da hakikat olur; şeriatla hakikat (birbirlerinden) koparılamaz; koparılırsa, düşüncenin şahdamarı koparılmış olur ve düşünce ölür. İç mânâda hem maksat hem de niyet vardır. Te’vil (= yorum), iç mânâya inme, oradaki niyete ve maksada ermedir. Te’vil, evvel kökünden türetilmiştir. Sözün (= düşüncenin) evvelindeki maksada ve niyete = sözün söyleniliş amacına ulaştığımızda!, ve sözün kaynağının da (= Rabbin de) tam ve mükemmel olduğu düşündüğümüzde, o düşüncenin donması = ölmesi aslâ mümkün olmaz, olmayacaktır. İctihada böyle bakarsak ve İlâhî Vahyi böyle okursak, O Vahiy evrensel olur, tüm zamanlarda ve mekânlarda geçerli hâle gelir. Vahye böyle yaklaşırsak, ‘Artık, yeni bir Kitâb, yeni bir Peygamber gelmeyecektir, Hz. Muhammed (a.s.) son Elçidir.’ sözünü doğru temellendirmiş; “Hüve-l Evvelü vel Âhiru vez Zâhiru vel Bâtın ve Hüve bikülli şey’in Alîm.” (57/3.) âyetini doğru anlamış oluruz. Âyetin,  “O, her şeyi bilir.” ifadesi ile bitiyor olması tesadüf olamaz. O, evvelde de (O Sözü söylediğinde de) âhirde de (O Söz yerini bulduğunda da) her şeyi bilir. Aslında O’nun için, evvel ve âhir birdir, yoktur; evvel ve âhir bizim içindir.

“... innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn.” (2/156.)

Gelişi ve gidişi (geldikleri ve gidecekleri “yeri”!) unutanlar, fikren ve kalben taşlaşanlardır; onlar, elbise giydirilmiş kütükler (huşubün müsennede) gibidirler.

“Onlara baktığında, dış görünüşleri itibariyle seni hayran bırakırlar. Konuştuklarında sözlerine itibar eder, kulak verirsin. Aslında onlar elbise giydirilmiş kütükler gibidirler. Onlar, her koşuşturmayı kendi aleyhlerine sanırlar. Onlar, düşmandırlar, onlara karşı dikkatli ol!. Allah, onların canlarını alsın!. Nasıl da döndürülüyorlar!.” (63/4.)

Not : Dün ve bugün yaşanan bütün kavgalar (bölünmeler, yanlış anlamalar vs.) düşünce donukluğundandır. Düşüncenin klavuzu ilâhî ilke ve prensiplerdir; onlara riayet edilmeyince de kaos oluşur. Bugün batı düşüncesi bunu yaşıyor. İslâm düşüncesi ise buz dolabında. İslâm düşüncesinin buzunu batı düşüncesi ile çözmeye kalkışmak çözüm değil. Çözüm, “İslâm düşüncesindeki”! Öz’de, o Öz’ü bulmada/yakalamada. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET