İSBAT ya da İSPAT

Bir şeyin ya varlığı (yokluğu) ya da doğruluğu (yanlışlığı), ispat edilir. İspatın kökü, SBT’dir. (peltek se).

Var olanların varlığı, ya kendiliğinden bir Var Olan’a bağlıdır ya da sonradan vardır. İlkine Zorunlu Varlık; ikicilere mümkün varlık/lar denir. Zorunlu Varlık, mümkün varlıkları, zorunluluktan var etmemiş/ yaratmamış = îcâb etmemiş, = icâd etmiş, irade ederek = isteyerek var etmiş = varlığa getirmiştir. Zorunlu Varlık için herhangi bir zorunluluk olmaz, olamaz; O isteseydi, mümkün hiçbir varlık yaratmazdı. Mümkün varlıkların var olmaları, bir zorunluluğun icâbı değildir ama tüm mümkün varlıklar, insan/ın varlığı için (Tanrı’nın Varlığı için değil!) zorunludur, Zorunlu Varlık, insan gibi mümkün bir varlığı var etmeyi dilemiş, ona (insana) “Kendine benzer”! (= bilme, görme, merhamet etme, ‘yaratma’, yok etme, seçme, vb.) özellikler/nitelikler yüklemiştir. Ama, o varlık (= insan), yanlış yapmış, yanlışı seçmiş sonra da af dilemiştir.

Yanlışı seçen ve yapan insanı cezalandırmak, doğruyu seçen ve yapan insanı da mükâfatlandırmak vâcib olmuştur.

Vâcib, zorunlu demektir; Vâcib-ül Vücûd da Zorunlu Varlık. Buradaki vâcib, farzdan daha kesindir. Farz, doğrunun yanlıştan (iyinin kötüden, güzelin çirkinden) ayrılması sonucunda, doğrunun (iyinin, güzelin) kesin olarak bize emredilmesi ve onun yapılmasının zorunlu olarak bizden istenmesidir.

İspatın kelime anlamı, bişeyin kesin ve kararlı bir şekilde bir “yerde”! sâbit durması, “yerinden”! oynamaması; aklî anlamı ise, bir şeyin kesin delille (= burhân ile) kanıtlanması demektir. Farz, doğruluğu (iyiliği, güzelliği) kesin olarak kanıtlanmış ve emredilmiş olan; vâcib, yapılması (veya varlığı) zorunlu olan demektir. Bu iki kavramın (farz ve vâcibin) fıkhî kullanımı, felsefî (aklî) kullanımına tam uymaz. Farz (= farada, dad ile), bişeyin doğruluğunda (iyiliği ve güzelliğinde) karar kılmak (bişeyde karar kılınmayana, varsayım = faraziye, faraza/farazî denir); vâcib, o şeyi, zorunlu, gerekli, lüzumlu görmek, demektir.

...

Allah’ın Varlığı (= Vücûd’u!), vücûbtur = vâcibtir = zorunludur, (O, Vâcib-ül Vücûd'dur); ama diğer varlıkların varlığı (= vücûdu) Allah’ın iradesi ve icâdı (yaratması) iledir, zorunlu değildir = mümkündür (= imkân) ve bu, Allah’a göre imkânsız değildir. Allah’a göre imkânsız olmayan böyle bir varlık, (içinde de insan), ortada bir amaç (gaye) olmadan yaratılamazdı; çünkü Allah, iş olsun diye iş = keyfî bir iş yapmazdı, oyun oynamazdı.

Bu (mümkün) varlık/lar, O’nun hem Varlık’ının hem de abes (saçma) bir iş yapmadığının isbâtıdır.

Elhamdülillah. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET