MAKULÂT

Kelime, Arapçada iki şekilde yazılır : Makulât ve Ma’kulât = مقولات ve معقولات. İlki, kâle’den, sözü edilenler, dile gelenler; felsefede ve mantıkta aklın kategorileri : Cevher. Kemiyet. Keyfiyet. İzafet/Nisbet. Fiil. İnfiâl. Zaman. Mekân. Hey’et ve Va’z, demek. İkincisi, akledilenler, akla konu olanlar ve akılla ispat edilebilenler; tikeller ve tümeller, demek.

Tikellerle tümeller = tek tek var olan varlıklarla tümel Varlık, somut varlıklarla soyut varlıklar arasındaki ilişkiyi, bağı akıl kurar. Nominanistler, sadece tikelleri kabul eder; tümeller, isimlerden ibarettir, tümellerin bir ‘gerçekliği yoktur’, derler.  Örnek : Ali, insandır ve gerçektir ama insan/lık gerçek değildir, sadece tümel ve soyut bir isimden ibarettir.

Oysa, insanlık, Ali’de (Veli’de, Ayşe’de, Fatma’da) ortaya çıkar; Ali (Veli, Ayşe, Fatma, ...) ölürse insanlık; insanlık ölürse Ali (Veli, Ayşe, Fatma, ...) ölür.

...

Buradan (bu mantıktan) hareketle, Allah İsmi’ne de nominalist ve soyut bakan kelâmcılar, kuramcılar (felsefeciler) olmuş, bulunmuştur. Onlar, O’nun Zâtı’nın varlığı ve nasıllığı bilinemeyeceğinden, elimizde! tümel ve soyut olan İsmi’nden başka bişey yoktur, derler. Bu handikabı aşmak için, İslam felsefesinde = Kelâmda teşbih ve tenzih kavramlarına başvurulur. Teşbih, O’nu “bişeye”! benzetmek; tenzih, O’nu her şeyden uzak tutmaktır. Sadece teşbih, şirktir; sadece tenzih ise, O’nun varlıkla bağını, bağlantısını koparmak ve O’nu varlığın dışına atmaktır.

Oysa O, âlemlerin Rabbidir. O, İsim ve Fiileri ile âlemde her ân etken ve etkindir; O'nun âlemle (tikellerler de tümellerle de) bağı sürmektedir. . 

O, makulâttan münezzehtir ama makulâtla “bağlantılı (mâ’kul) Biri”dir. Nasıl, bizler bütünü bilmek için parçalardan yola çıkar ve “bütün, parçalardan büyüktür.” dersek, Tevhîdî Bütünlük de buna benzerdir ama O Bütünlük, parçalardan oluşmayan Bir Bütünlüktür; eğer O da parçalardan oluşsaydı, parçalarına muhtaç olurdu; O, ‘Parçasız Bütündür = Es-Samed’dir. Aklın bunu kavraması elbette zordur ama akıl, makulâtta olup-bitenlerle kıyas yaparak (teşbih), O Mükemmel ve Mutlak Bütüne (tenzih) ulaşabilir. Aklını kullanmayanlar = akledilebilirlerle (ma’kulât) ilgisi olmayanlar, O’nu tahayyül eder; “Ene abdî zannî = Ben kulumun zannı üzereyim.”le idâre ederler. Bence buradaki zan, ilkel düzeydeki akıldan başlar selîm akla (= kalbi selîme) kadar gider. Akıl, bir bütündür ama o aklın kişideki hâli = kullanımı parçalıdır. Herkes, kendi aklını beğenir. Oysa, akıl akıldan üstündür; akla sınır koymak, ma’kulları, dolayısıyla da aklı putlaştırmak, dondurnaktır. Aklın önü açılmalı = ona sınır konulmamalı ve o, imanla tanıştırılmalıdır.

Maalesef, akılsızlar imana, imansızlar da akla yeterli değeri vermiyorlar!. İmansız akıllar da, akılsız imanlar da savruluyorlar. ‘İslâm, akıl dinidir.’ diyoruz ama aklımızı gereğince kullanmıyoruz. Yarın, “İşitse ve aklımızı kullansaydık, bugün bu ateş (= cehennem) ashabından olmazdık.” (67/10.) diyenlerden olmayalım ve aklımızı kullanalım, derim.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET