MEKKE-MEDÎNE

Eski adları Bekke ve Yesrib. Mekke’yi mübarek kılan, Beytullah; Medîne’yi mübarek kılan, Rasûlüllah.

Beytullah, yeryüzünün ilk Evi; Rasûlüllah, yeryüzünün son Peygamberi.

Son din İslâm, Mekke’de doğdu ve Medîne’de büyüdü.

Yeryüzünün en mübarek mescidleri de orada. Kâbe = Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevî; üçüncü mübarek mescid, Mescid-i Aksâ. Mescid-i Haram ve Mescid-i Aksâ’da, Hz. İbrâhim, Hz. İsmâil, Hz. Mûsâ, Hz. İsâ, ... var; Mescid-i Nebevî’de sadece Hz. Muhammed. (aleyhimüssselâm); geri kalanlar taş ve toprak. Eğer, oralara gidenler, onlardaki taşı-toprağı görmeye gidiyorlarsa, bişey almadan geri geliyorlar/dönüyorlar demektir. Mekke, mekân olarak zaten hep taş; hem de kara ve sert taşlarla (dağlarla) çevrili bir yer. Bu somut taşlar, özellikle Hacer-ül Esved ve Kâbe ve oralarda yaşanan hayatlar, bizim taş kalplerimizi yumuşatamıyor, taştan yaptığımız putlara (= heykellere) tapmamızı terk ettiremiyorsa, Efendimizin oralarda yaşadığı hayat bize sahici bir örneklik sunamıyorsa, oradaki şiârlar (şeâir), semboller (mescidler) birer (turistik!) ziyaret merkezlerine (taş tapınaklara!) dönüşmüş demektir.

...

Tüm yeryüzü mesciddir. İçinde “secde eden insanlar”! yoksa, mescid yapmak veya yaptırmak ayrıca bir maharet de değildir. O gün mescidler, hayatın merkezindeydi. Cemaatin (ümmetin) tüm ekonomik, sosyal, siyasî, idarî, ilmî, askerî işleri mescidlerde karara bağlanıyordu. Efendimizin mescidi, ev/i; evi de mescidi idi, kabr-i şerîfi de mescidinde; o gün mescid okuldu, devlet dâiresi idi; Mescid-i Nebevî’nin sütunları/direkleri bu işlere göre isimlendiriliyordu. Üstünâve-i Vüfûd, elçi kabul yeri demek idi (üstun, sütun; vefd, elçi; vufûd, elçiler demektir); Suffa Ashabı, Mescid-i Nebevî’de eğitim görürdü ve tüm bu fonksiyonlarına rağmen o gün mescidler “gösterişli yapılar” değildi ama çook işlevsel, çook canlı, çook faal, en merkezî mekânlardı, hiç boş kalmazlardı; bir “iş için” ziyâret edilirlerdi. Bugün mescidler (camiiler) bu fonksiyonlarını çook büyük ölçüde yitirdiler.

Bir tanıdığım çook zengin; zenginliği topraktan/ranttan, köylerinden imar geçti, ona binlerce dönüm arazi miras kaldı, yüzlerce dairesi var, daha da olacak; hayrıma camii yaptıracağım hocam, dedi; ona, camii yaptırmaktan daha önemli, daha hayırlı işler olabilir, bi araştır-soruştur, dedim; garip garip baktı. Bak, konuyu yine dağıttım. Mescidler (= Camiiler) Kâbe’nin şûbeleridir. Kâbe ziyareti = Hacc, işlevini yitirince, hacc, Suûdiler ve turistik acentalar tarafından bir turistik ziyarete dönüştürülünce, şûbe camiiler de birer “gezi noktalarına” dönüştürülmüş oldu. İnsanlar, hadi İstanbul’un (Kudüs’ün, Şam’ın, Buhârâ’nın, Kurtubâ’nın, Endülüs’ün vs.) şu camilerini bi gezip-görelim (= ziyâret edelim) demeye başladı.

Ne yazık ki bugün mescidlerin (camiilerin) içi boşaldı; boş mekânları ziyâret ediyoruz. Böyle olunca da onları cazip kılmak için ihtişamlı yapıyor ve içlerini süslüyoruz.

Oysa, Mekke ve Medine’nin ihtişamı bambaşka!; ama çoğu, oralardaki ihtişamı taşta-toprakta arıyor. O ihtişamı yakalarsak, mescidlerimiz de bizler de ihtişamlı = muhteşem oluruz inşallah; şimdilik camilerimiz muhteşem!.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET