İKİ YÖNLÜ İLETİŞİM

İki yönlü iletişim = diyalog, en az iki kişi (ya da taraf) ile gerçekleşir. Tanrı ile iletişim hariç, taraflar eşit statüdedir. Tanrı ile iletişimde, statüler eşit değildir ama Tanrı, kulları ile iletişim kurmak = konuşmak için “Kendi Dilini” (= Kendini değil Kelâm’ını) insanların kullandığı dile/dilin düzeyine indirir (inzâl). Kur'ân’ın Arapça, Tevrat’ın İbranice, İncil’in Aramice olması bundadır. İnsanlar, O’nunla ‘kendi dillerinde’ konuşurlar. Bu dil, bazen ortak, bazen de ‘özel’ = iki kişi arasındaki dildir. Tanrı ile iletişimde Tanrı, muhatabına bu “özel dili” öğretir. Tanrı Mûsâ ile konuşmak istediğinde Mûsâ’yı Kendine “yakınlaştırmış”!. = “ve garrabenâhu neciyyâ.” (19/53.) ve Allah-u Alem, Onunla özel bir dille/dilde konuşmuştu. O (= Mûsâ) da bu konuşmayı kavminin dili İbraniceye tercüme etmiş, çevirmişti. Belki, (Allah-u Alem), Efendimizle de özel bir dil ile konuşmuş, Efendimiz de o özel konuşmayı Arapçaya çevirerek kavmine (bize) aktarmıştı; bilmiyoruz. Vahyin bir anlamı da sessiz ve sözsüz iletişim, konuşma; içe, kalbe doğuş, sezgi veya ilhamdır.

...

İletişim, konuşmadır, yazmadır. Konuşma, belli bir yakınlığı gerektirir. Yazmada mesafe uzar. Kur'ân’ın yazılması = Mushaf (Kitâb) hâlini alması, bu uzaklığa işarettir. Tanrı ile konuşmada yakınlık şarttır. Kur'ân okurken, bu yakınlığı hissetmek, Kur'ân’ı (Allah’ın konuşmasını) iyi ve doğru anlamanın belki de ilk şartıdır.

Tanrı, bize hep yakındır ama biz bunun farkında değilizdir. Tanrı’ya yakın olanlar, Tanrı’nın konuşmasını vahy ile; Tanrı’ya/Tanrı ile konuşmalarını da duâ ve sâlih ameller ile yaparlar. Kendilerini Tanrı’ya uzak hissedenler de O’na nidâ ederler; Tanrı da onlara nidâ eder. Nidâ, belli bir uzaklıktan konuşma, bağırma veya seslenmedir. Kitâb’ta, cennetlikler ile cehennemliklerin konuşması da nidâ fiiliyle ifâde edilir. (Bknz. 7/44.) Namaza çağırma (= ezan) da bir nidâdır. (Bknz. 5/58.)

Tanrı da insanları, kullarını Kendine yaklaştırmak, yakınlaştırmak için nidâ eder. Mûsâ’ya Tûr’un sağ yamacından nidâ etmişti. “ve nédeynâhu min cānibi-t tûr-il eymeni” (19/23.) Nidâyı duyup yakınlaşanlar için, artık vahiy söz konusu olur. Vahiy, Tanrı’nın kulu ile çook yakından, yakın konuşmasıdır.

...

Farzlar, bizi İslâm dairesinin içinde ama Tanrı ile belli bir mesafede, belli bir uzaklıkta tutarlar; nâfileler ise bizi O’na yaklaştırır, yakınlaştırırlar; haramlar da bizi dairenin dışına atarlar. Nâfile konusunda 5 Haziranda, blogda bir yazı yazmıştım; oraya bakılabilir.

...

Tanrı’nın nidâsını duymayıp, O’ndan uzaklaşanlar için, şeytan devreye girer. Tanrı’dan uzaklaşanlar, şeytana yaklaşır, yakınlaşır. Şeytan da onlara hem vahyeder hem de vesvese verir. Şeytanın vahyettiğine dair En’am, 113 ve 121. âyetlere bakılabilir.  Şeytanın vahyi, şeytanın dostlarına (= dinin, Allah’ın azılı düşmanlarına); vesvesesi ise yandaşlarına, ona kulak verenlere, onu bişey yerine koyanlaradır; onun vahyi de vesvesesi de fısıltı şeklindedir; aslında etkisizdir; o, karakteri zayıf olanları etkiler.

...

Önemli olan, kiminle konuştuğumuzu, kimin bizi fikren ve ruhen (duygusal olarak) etkilediğini fark etmemiz, bilmemizdir.

Bunu nasıl bilebiliriz?!.

Vicdanımızın (= sağduyumuzun, akl-i selîmimizin) sesini dinleyerek ve Eûzu-Besmele çekerek = şeytanı kovup, Allah’a sığınarak.

Eûzu billahi min'eş şeytan-ir racîm. Bismillahirrahmanirrahim. 

Her işe Besmele ile başlamak o kadar önemli ve değerli hâle geldi ki, artık neredeyse hangi işin şeytanî, hangi işin Rahmânî olduğunu kestiremiyoruz ve Besmele çekerek Rabbimizden bize yardım etmesini istiyoruz. Hele de bu çağda O’nun bize yardımı (= inayeti) olmasa işimiz hepten harap.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET