İSTEME, BİLME ve İNANMA

Bir başka deyişle, akıl, irade ve iman.

İnsan, akıl, irade ve iman varlığıdır; bu hasletler (özellikler) insanı diğer canlılardan (hayavanlardan) ayırır.

Akıl mı önceliklidir, irade mi?!.

Bergson ve Schopenhauer, iradeye öncelik vermiş düşünürlerdir. Onlar, onlardan önce de doğu dünyasında Mu’tezilî düşünürler Nazzam ve Câhiz, aklı iradeye tâbi kılmışlardır. Onlar, bunu söylerlerken büyük oranda bedenî ihtiyaçları ve arzuları merkeze almışlar; ‘insan, neyi isterse/arzularsa, onun bilgisini elde eder.’, demişlerdir. 

Akıl, iradeye tâbi ise, iyinin-kötünün, doğrunun-yanlışın, güzelin-çirkinin (doğru) seçimi mümkün olmaz. Ancak, irade akla tâbi olursa, bunlar mümkün olabilir = iyi-kötü, doğru-yanlış, güzel-çirkin bilinebilir ve doğru bir seçim yapılabilir.

Akıl olmazsa, nakil bile bilinemez. Aklı olmayanın imanı da yoktur. Aklı olmayan, dinle mükellef değildir; akılsız biri din (ilâh) seçimi yapamaz; delilerin sorumluluğu düşer; onlarda “kör bir seçim” vardır. 

Akıl, hem bilendir hem bilinendir; akıl, kendini de, ne yaptığını da, neyi, neden seçtiğini de bilir. 

Akıl, nakille çatışmaz. Nakil de akıl da ilâhîdir; ikisinin de kaynağı aynıdır. Yanlış anlayan aklın, ayarları = fıtratı bozulmuştur. Aklın ayarlarını = fıtratını bozan şey, şirktir. Şirk, kafa ve kalp (gönül) karışıklığıdır. Selim akılda, akıl (beyin) ve kalp uyumludur; kalp, derin akıldır.

Sadece Rabbi isteme, O’nu arzulama, O’na “evet” deme, akla (ve dolayısıyla kalbe) güç ve kuvvet verir; bi çook rab, aklı (dolayısıyla da kalbi) çalışamaz = iş yapamaz duruma getirir, insanın kimyasını, iç dünyasını bozar, dumûra uğratır.

(Rabbimiz) “Allah, şöyle bir misal vermiştir : Bir adam (düşünün!), onun birtakım ortakları var, (onlar, kendi aralarında) hırçın hırçın çekişip duruyorlar. Bir de yalnız bir kişiye bağlı selâmet içinde olan bir adam düşünün!. Bu ikisinin hali hiç bir ve aynı olur mu?!. Hamd, Allah’ındır, fakat pek çokları bunu bilmezler.” (39/29.)

Aklın (beynin) kalple; kalbin iradeyle; iradenin akılla uyumlu çalışması, onların ancak ve ancak Tek-Bir İlâh’a = Allah’a güvenmesi = inanması ve dayanmasıyla mümkün olur. Herkesin = her aklın ilâhı farklı veyahutta kendi hevâsı olursa (= ilâhehû hevâ), akıllar karışır (kastım, ortak akıl, ilk ve otantik akıl değil, bu akılların çalışması); oysa aklın da kalbin de iradenin de kaynağı = yaratıcısı = Rabbi tekdir. Akıl, “O Aklın, O İrade’nin, O Rabbin” gösterdiği istikamette ve fıtratta, O’nun belirlediği ayarlarda (fabrika ayarları!) çalışırsa, çalıştırılırsa, şaşırmaz ve yolunu kaybetmez. Yolunu şaşırmasın diye Nakil = Vahiy akla yardım eder, yol gösterir, mihmandarlık eder. İnsan da, iradesini bu yönde kullanırsa, yoldan çıkmamış = sapmamış, sapıtmamış olur.

Akıl bozulursa, kalp de irade de bozulur; tersi de mümkündür; bu, bir makinanın herhangi bir parçasının bozulmasına benzer. 

Bozguncuların cirit attığı bu çağda, Rabbimize, “Ya Rabbî, aklımıza ve kalbimize mukayyed ol.”, diye duâ edelim. Efendimizin en meşhur duâsı : “Ya Rabbî!, kalbim Senin Kudret elindedir. Benim kalbimi Senin dinin üzre sâbit kıl = sebbit kulûbenâ alâ dîniK.”

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET