Kayıtlar

CEVAP

Bu cevap, keşke bir soruya olsaydı, ama maalesef, soruya değil, ithama. Bu ithamı bana yapan kişi, “dînî unvanlı” biri, ve bu unvanı ile yıllarca dinin sırtından geçimini sağlamış biri. Özetle bu kişi bana : “(Bilip-bilmeden) dini (= dinin kavramlarını; onun kastettiği kavram salât) keyfine göre yorumluyor, esnetiyorsun; şimdiye kadar o kadar âlim bilmiyor da sen mi biliyorsun?!.” diyor.  Önce, bu kişiye cevap vermemeyi düşündüm; sonra, bu kişi gibi başkalarının aklına da bu tip sorular gelebilir diye, cevap verme mecburiyeti hissettim.  El-cevap : Hasbelkader ben de o kişi kadar olmasa da! “resmî bir din eğitimi” aldım; ama bu eğitim dağınıktı, düzenden, (sistemli bir) bütünlükten yoksundu. Son on yıldır, bu eğitimi daha düzenli ve sistemli hâle getirmek için tâbiri câizse, Kur’ân’ı didik-didik ediyorum.  Salât kavramı dinde, tam olarak bizim bildiğimiz ve kıldığımız namaz karşılığında kullanılmıyor. (Salât, namazı da kapsıyor ama namazdan daha geniş bir içeriğe de sahip...

SALÂTI İKÂME ETMEK

SALÂTI İKÂME ETMEK Adâlet Merkezli Siyasal-Toplumsal Düzenin İnşası Giriş Kur’ân’ın en sık tekrar ettiği üçlü formül : âmenû, yukîmûne’s-salât, yutûne’z-zekât; bunlar, yalnızca bireysel dindarlığı değil, aynı zamanda toplumsal, ekonomik ve siyasal düzeni de ifade ederler. Bu kavramlar klasik anlamda “iman–namaz–zekât” üçlemesiyle sınırlandırıldığında Kur’ân’ın kurucu projesi eksik ve indirgenmiş biçimde anlaşılır. Gerçekte salât, “ritüel namaz”dan çook daha geniş bir kavramdır ve Kur’ân bütünlüğünde ahlâkî, toplumsal ve siyasal adâlet düzeninin kurulması anlamını taşır. Buna karşılık “namaz”, bu geniş anlamın ritüel ve sembolik izdüşümüdür. Tarihsel süreçte “salâtı ikâme” ile “namaz kılmak” arasındaki bağ zayıfladığında, ritüeli yaşatıp fakat toplumsal-siyasal adâleti kaybeden toplum tipleri ortaya çıkmıştır. Mâûn 4–7’deki “sâhûn (gaflet)” tipi, Alak 9–10’daki “salâta engel olan otoriter tip”, bugün de güncel karşılıkları olan kategorilerdir. Bu çalışma, Kur’ân’ın salât kavramını siyas...

SALÂT VE NAMAZ

NAMAZ : BEDEN, ZİHİN, RUH VE TEVHÎDİN BÜTÜNLÜĞÜ (Not: Bu çalışma, namazdan salâta geçişi sağlayabilmek amacıyla kaleme alındı.) GİRİŞ : Meryem 59 ve Namazın Zayii Edilişi فَأَضَاعُوا الصَّلَاةَ وَاتَّبَعُوا الشَّهَوَاتِ “Meryem 59: Onlar salâtı zayii ettiler ve hevâlarına uydular.” Bu âyet, ibâdetin sadece ritüel hâline gelmesinin değil, ritüelin hayattan kopmasının, yani salât-namaz bağının kırılmasının, insanı nasıl içsel/ruhsal ve toplumsal çöküşe götürdüğünü anlatır. Bugün de bi çok insan namaz kılıyor fakat namazın hayata etkisini göremiyor, çünkü namaz salâtın yaşanmışlığından kopmuş durumda. 1. SALÂTA YAKLAŞIM ÜZERİNDEN ÜÇ TİP/TOPOLOJİ (Mâûn 4–7 ve Alak 9–10 bağlamında) Bu iki pasaj, tarih boyunca ve bugün var olan üç temel insan tipini açığa çıkarır. Bu üç tip, salâta,yani ibadete, tevhîde ve ahlâkî duruşa yaklaşımlarıyla birbirinden ayrılır. 1. Gösterişçi Dindarlar (PR Dindarlığı) - Mâûn 4-7. Namaz kılar ama salâtı ikâme etmez. Ritüeli, imaj üretme aracı; dini, sosyal statü ...

KELİME, DİL VE HAKİKAT

KELİME, DİL VE HAKİKAT : Kur’ân Semantiği, Ontoloji ve Dil Felsefesi Perspektifinden Kapsamlı Bir İnceleme Giriş Kur’ân’da “kelime” (kelime, kelâm, kelimât) kavramı, yüzeysel bir dilsel unsurun ötesinde, derin bir ontolojik ve epistemik yapıyı ifade eder. Metin içinde iki ana bağlamda kullanılır : 1. “Kelimâtullah” – değişmez, ilâhî yasalar, hüküm ve kozmik düzen. 2. “Kelimenin tahrifi” – insanın metni veya anlamı çarpıtması. Bu iki bağlamın birbirine karıştırılması, özellikle modern dönemde sık rastlanan “kelimeye nasıl güvenilir?” sorusunu doğurur. Ancak dikkatli bir okuma, kelime kavramının aslında çift-katmanlı bir gerçeklik sunduğunu gösterir. Bu makale, kelime kavramını geniş bir teorik çerçevede ele alacaktır : • Kur’ân’ın semantiği • İslâmî tefsir geleneği • Dil felsefesi • Ontoloji • Hermeneutik • Modern linguistik • Dinler tarihinde tahrif tartışmaları • “Esmâ” ve “beyân”ın antropolojik konumu 1. KELİME KAVRAMININ KUR’ÂN’DAKİ ÇOK-KATMANLI YAPISI 1.1. Kelim...

AYNA

Ayna ve Arka Dünya : Felsefi ve Mistik Tefekkür Ayna, gördüğümüz her şeyi yansıtır; yüzümüzü, dünyayı, ışığı ve rengi… ama ayna, görünmeyeni, gizli sırları, arka dünyayı gösteremez. O, yalnızca şehâdetin penceresi, gaybî sırların perde önündeki yansımasıdır. Eğer aynanın sırrını zorla açmaya çalışırsak, aynayı bozarız. Artık ışığı kıran ama yansıtmayan sıradan bir cam olur. İşte bu, insana önemli bir ders verir : Gerçekler zorla öğrenilmez; bazı sırlar, sabır, tevâzû ve tefekkür ile anlaşılır. Şehâdet dünyası, gözle görülen, akılla kavranan alandır. Gayb dünyası ise görünmeyen, kalbin ve ruhun derinliğinde saklı olandır. İnsan, aklıyla şehâdeti kavrar, kalbiyle gaybî işaretleri sezebilir. Peygamberlerin, veliîlerin ve mutasavvıfların yolu, bu iki dünyanın arasında yürüyen bir denge yoludur : Tevazu ve sabırla görmek, zorlamadan anlamak… Ayna, insan kalbine benzer. Kalp ne kadar temiz ve teslim ise, yansıma o kadar doğru olur. Görünür olanı görmek kolaydır; görünmeyeni anlamak sabır ve ...

ŞEFAAT

Şefaatin Hakikati : Sebepler Âlemi, Müsebbib Birliği ve Tevhîd Dengesi 1. Giriş : Şefaat Neden Yanlış Anlaşılıyor?!. Şefaat meselesi, tarih boyunca Müslümanların zihninde kafa karışıklığı yaratmıştır. Bu kafa karışıklığının temel sebepleri şunlardır : 1. Kozmik düzeni “bürokratik hiyerarşi” gibi görmek. 2. Sebeplerin etkisini bağımsız görmek (gizli şirke düşmek). Kur’ân ve tasavvuf, bu yanlış anlamaları önlemek için sebebiyet düzenini ve tecellî zincirini ortaya koyar. Şefaat, yalnızca Tevhîd içinde anlaşılabilecek bir rahmet aracılığıdır. 2. Kozmik Düzen : Sebebiyet ve Hiyerarşi Varlığın mertebeleri bir hiyerarşi ve bürokrasi değil, bir sebebiyet düzenidir. Her varlık, bir üst mertebeden gelen tecellîyi yansıtır; bağımsız bir güç sahibi değildir. Kur’ân bu düzeni şöyle ifade eder : "Sebepler çoktur; fakat onlara etki veren Sebep yalnızca Bir’dir." (Müsebbibü’l-Esbâb) Bu prensip, şefaatin mertebeler arası geçiş işlevi olarak anlaşılmasını sağlar. Şefaat, çokluk âlemindeki bir...

BA’S (= بعث) = DİRİLİŞ

Ba’s : Yeniden diriliş. Ba’s-ü ba’de-l mevt : Öldükten sonra dirilme.  Konu, dinde, genelde dünya hayatından (öldükten) sonra yeniden dirilme ile ilgili bir bahis olarak ele alınır. Ben konuyu, dünyadaki ma’nevi ve ahlâkî ölüme ve bu ölümden sonraki dirilişe (= ba’se) çekmek istiyorum. Öbür dirilişi, öteye gidince nasıl olsa göreceğiz.  Merhum Sezai Karakoç da dirilişi bu dünyaya çekmeye çalışmıştı. Soru şu : Ölü müyüz?!. Evet. Ma’nen ve ahlâken ölüyüz.  Ma’nen ve ahlâken dirilmemiz gerekiyor.  Nasıl ve neyle?!. Başta “Lâ ilâhe illa-l Allah” ile. Sonra da namaz (salât) ile. “Lâ ilâhe illa-l Allah”, bu işin (= dirilmenin) anahtarı = mottosu, tek ve yek (= yegâne) ilkesi. “Lâ ilâhe illa-l Allah” demekle, dirilişi Allah’a (= Allah’ın otoritesine ve dinine/düzenine) endekslemiş (= bağlamış); diğer otoriteleri (= onların düzenlerini/dinlerini) reddetmiş oluyoruz. Olmazsa olmaz ilk şart, bu. Sonra da namazla (= salâtla) bu dirilişin provasını yapıyoruz.  Namaz (= salâ...

MANİFESTO

Mekke’nin İlk Döneminde 10 Sûrelik Manifesto : Sosyo-Ekonomik ve Siyasal Dönüşüm Giriş Kur’ân’ın nüzul sırasına baktığımızda, tertip sırasındaki son on sûrenin —Fâtihâ ve Nasr hariç— ilk otuz içinde yer aldığını görürüz : Tebbet, Kevser, Maûn, Kâfirûn, Fil, Felak, Nâs, İhlâs, Kureyş. Bu sûrelere Fâtihâ da eklendiğinde, Mekke’nin erken döneminde ortaya konmuş bütünlüklü bir toplumsal-siyasal manifesto ile karşılaşırız. Bu makale, söz konusu sûrelerin birleşik mesajının Mekke’nin sosyo-ekonomik ve siyasal yapısına karşı nasıl bir dönüşüm önerdiğini incelemektedir. Temel çerçeve, Kelime-i Şehâdet’in içerdiği Tevhîdî siyaset anlayışıdır. 1. Mekke’nin Sosyo-Ekonomik ve Siyasal Arka Planı Sûrelerin indiği dönemde Mekke’nin karakteri şu şekilde özetlenebilir : - Ticaret aristokrasisine dayalı oligark bir yapı. - Servet birikimi ve ekonomik gücün merkezî değer haline gelmesi. - Yetim, yoksul ve kimsesizlerin sahipsizliği; toplumsal dayanışmanın zayıflığı. - Kabile bağının (= kavmiyetçiliğin) a...

KEVSER SÛRESİ

Sûreyi Tarihsel, Sosyolojik ve Dilsel Bağlamda Yeniden Okuma Giriş Kevser Sûresi Kur’ân’ın en kısa sûresi olmasına rağmen anlam bakımından derin ve çok katmanlıdır. Bu sûre, klasik tefsirlerde çoğunlukla ritüel merkezli bir perspektifle okunmuş, “salât” kelimesi doğrudan namaz kılmak, “nahr” kelimesi ise kurban kesmek şeklinde yorumlanmıştır. Oysa sûre, erken Mekke bağlamında indiği ve nüzûl kronolojisi ile sosyolojik koşullar dikkate alındığında, çok farklı bir mesaj verir. Bu mesaj, Peygamber’e verilen hakikî destek ve moral gücün farkında olarak yılmama ve mücadeleden vazgeçmeme çağrısı. 1. Klasik Tefsirlerin Anakronik Okuması Klasik müfessirlerin çoğu Medine sonrası dönemde yaşamıştır; bu dönemde : • Namaz beş vakit şeklinde farz kılınmış, • Kurban ibadeti sistemleşmiş, • Salât ve nahr kelimeleri ritüel bir anlam kazanmıştır. Bu nedenle, kelimelerin erken Mekke’deki anlamları göz ardı edilmiş, âyetler doğrudan ritüel çerçevesine hapsedilmiştir. Bu durum da, Kevser Sûresi’nin ...

ESNEK KADER

PARADİGMA KIRILIMI : İMKÂN, MÜMKÜN VE MEKÂN ARASINDA KADERİN ESNEKLİĞİ 1. Giriş Kader tartışmalarında iki uç yaklaşım sıkça karşılaşır veya çatışır : Tam belirlenim ile tam serbestlik. Bu iki uç arasında sıkışıp kalan insan, hem özgürlüğünü korumak hem de ilâhî kudretin kapsayıcılığını yitirmemek ister. Bu metin, “esnek kader” kavramını; Whitehead’in süreç felsefesi, klasik kelamın imkân teorisi ve Kur’ân’daki yaratılış-süreklilik dengesi ışığında yeniden yorumlamaktadır. 2. İmkânın Ontolojik Gücü “İmkân”, hem “mümkün olanı” hem de “mekânı” belirleyen ortak köke sahiptir : ك-و-ن (kâne/kün).   - “Kün” → yaratıcı emir, varlık sahasına çıkarma.   - “Kâne” → oluş, ve zamanla genişleyen süreç.   Bu nedenle imkân, statik bir ihtimal listesi değil; sürekli genişleyen, sürekli yeni ihtimaller üreten ontolojik bir zemin olarak anlaşılmalıdır. 3. Bina-Mimar Analojisi Evren, baştan tamamen çizilmiş bir proje değildir; fakat tamamen rastgele bir inşa alanı da değildir....

ثم

ثم Bu kelime nasıl okunur?!. Sümme ve Semme. (Simme şeklinde de okunabilir ama bu okuma anlamsız olur.) Sümme, zaman zarfı olarak SONRA anlamında; semme, mekân zarfı olarak ORADA anlamındadır. Semme şeklinde okunuş : İnsan Sûresi 20. âyette, Tekvir Sûresi 21. âyette, Şuarâ Sûresi 64. âyette, Bakara Sûresi 115. âyette geçer. Burada İnsan Sûresi 20. âyeti ele alacağım.  “ve (nereye) bakarsan, (her yerde) büyük bir mülk ve nimet görürsün.” وَاِذَا رَاَيْتَ ثَمَّ رَاَيْتَ نَع۪يماً وَمُلْـكاً كَب۪يراً Bu âyete, şu şekilde de anlam verilemez mi?!. = Baktığında, sonra yine baktığında = her baktığın yerde, her baktığın zaman büyük bir mülk ve nimet görürsün. Yâni, semme’yi sümme şeklinde de okuma. Bu okuma anlamı bozar mı?!. Bence bozmadığı gibi, anlamı ve mekânı “hareketlendirir, sabitlemez.”!. Yani cenneti, sabit bir mekân olarak görmememizi sağlar, nimetin ve mülkün alanını da genişletir ve çoğaltır. (Mekân zarfı olan sümmeyi zaman zarfına da dönüştürür.) Sanki bu âyet, -- bu âyetteki b...

NEFES EKONOMİSİ

NEFES EKONOMİSİ  Giriş İnsanın varoluş tecrübesi bir paradoks gibidir. Nefes alırken verdiğini, verirken de aldığını hisseder. Hayatın temel ritmi bile “alma-verme” arasında salınan bir ikilik içerir. Ekonomide de sürekli bir alma-verme (= alış-veriş) vardır. Bu paradoksun gerçek çözümü tevhîdde ortaya çıkar. Tevhîd, ikilikleri ortadan kaldırmak değil; ikiliğin ardındaki birliği göstermek demektir. Nefesin Paradoksu Nefesi sahiplenemezsin, ama taşırsın!. Nefes, insana “verilen”dir; insan nefesi alarak yaşamaz, nefes ona akıtılır. Nefes alırken de “Hû” dersin, verirken de. Çünkü alan/aldıran da veren/verdiren de Hak’tır = Hû’dur. Nefesi “ben alıyorum, ben veriyorum” diye sahiplenen kişi Kârun gibi, benlik/ego şişirmeye başlar. “Param, ilmim, gücüm, konumum, makamım, başarım, ...” der. Nefesinin sahibi olduğunu sanan insan, hayatın diğer alanlarını da sahiplenmeye yönelir; mülkiyet, statü, bilgi, iktidar… Nefesin en masum ritmi, insanı benlik yanılgısına sürükleyebilir. Oysa tevhîd d...

FERT ve TOPLUM

Fert : Kişi, şahıs, birey. Toplum : Bu kişilerin, şahısların, bireylerin oluşturduğu topluluk.  Toplum, homojen mi?!. Uyumlu bir toplum homojendir. Eğer bir toplumda uyum yoksa, düşük yoğunluklu da olsa bir çatışma varsa, o toplum heterojendir.  Aynı düşünen ve aynı hedef (gaye) için bir araya gelen fertlerin oluşturduğu toplum homojen; farklı düşünen ve farklı hedef (gaye) için bir araya gelen fertlerin oluşturduğu toplum da heterojendir. Soru şu : Müslüman fertlerden oluşan bir toplumda gayri müslimler; gayri müslim bir toplumda Müslüman fertler nasıl dururlar?!. Bu soruyu, herhangi bir tarafa değer yüklemesi yapmadan bir anolojiye (benzetmeye) dönüştürerek de sorayım. Taraflardan biri kendini “temiz”; öteki tarafı “pis” addediyorsa, temizle pis karışınca ne olur?!. Bir adım daha atayım. Bir kova temiz suya bir kaşık, hadi bir damla, pis su karışsa, o kovanın suyu temiz kalır mı?!. Soruyu ters çevirerek de sorayım. Bir kova pis suya, bir kaşık, hadi bir damla, temiz su karış...

LÂ ve İLLÂ

Bu iki kelime (hece) ‘Kelime-i Şehâdet’te geçer. “Lâ ilâhe illâ-l Allah.” Lâ nedir; lâ demekle, ne demiş oluruz?!. Lâ demekle : Tüm sahte, haksız, adâletsiz, zâlim ilâhlara ve onların kurduğu düzenlere/dinlere hayır, demiş oluruz.  İllâ demekle : Sadece, gerçek, haklı (= Hakk), Âdil, Merhametli (= Rahmân ve Rahîm) İlâh olan Allah’a = Allah’ın dinine/düzenine evet, demiş oluruz. Lâ denmeden illâ denmez. Her çağda olduğu gibi, -- özellikle de bu çağda -- tüm sahte, haksız, adâletsiz ve zâlim ilâhlar reddedilmeden, Allah’a evet (= illâ Allah) denmez, denilemez. Hem sahte, haksız, adâletsiz, zâlim ilâhlara evet demek, hem de Allah demek = Allah’a evet demek, bir arada bulunmaz. Bu durum, ‘Lâ ilâhe illâ-l Allah’ın yapısına/ruhuna aykırıdır, terstir. Bugünün sahte, haksız, adâletsiz ve zâlim ilâhları, bugün niye “Lâ ilâhe illâ-l Allah.” diyenlerden “korkmuyor, çekinmiyorlar.”?!. Çünkü bugün, “Lâ ilâhe illâ-l Allah.” diyenlerin çoğu ne dediğini bilmiyor; sahte, haksız, adâletsiz ve zâlim ...

SÜBHÂNELLAH

Sübhânellah Üzerine: Tesbih, Tenzih ve Hayatın İçindeki Yüzüş 1. Tesbihin Manası ve Kökeni “Sübhânellah” bir tesbihtir. Tesbih, SBH kökünden gelir ve tef‘îl bâbındandır. Bu bâb, genelde beyan, açığa çıkarma, vurgulama ve zaman zaman ettirgenlik ifade eder. Bu nedenle tesbih, Allah’ı her türlü noksanlıktan arındırdığını ilan etme, onu yükseklerde ve yücelerde tuttuğunu gösterme fiilidir. Kök anlamı “yüzmek, su üzerinde akmak, batmamak”tır. Böylece tesbih, manen şu anlama da gelir : Bir varlığı suyun yüzünde tutmak, batırmamak, yüceltmek. Tesbih tef‘îl bâbındandır; bu bâb, mecazen ettirgenlik bildirir  : — Bu, “Allah kendini tesbih edemiyor, bize ettiriyor” anlamına gelmez. — Aksine “biz O’nu hakkıyla tesbih edemiyoruz” anlamına gelir. Nitekim Efendimiz’in şu duası bunu açıklar : “Ya Rabbi! Ben Seni, Senin Kendini övdüğün gibi övemem.” (Ebû Dâvud. Salât, 340. Tirmizi. Da’vat, 123.) Buradan anlarız ki insanın tesbihi sınırlıdır; insan tesbih ederken, “doğru tesbihi” öğrenmeye çalışan ...

DİN VE BİLİM

İlmî ve İlâhî Paradigmanın Kesişim Noktası :  Bilgi, İnanç, Vicdan ve Bilimin Derin Analizi Giriş  İlmin (= bilimin) paradigması değişkendir; bilim, yap-boz şeklinde ilerler. Mevcut (= hâkim) paradigmaya yeni bir bilgi girerse, o paradigma değişir. İlâhî paradigmaya (= dine), yeni bir bilginin girmesi mümkün değildir; İlâh (= Rahmân), arşı istivâ etmiştir, dışarda bişey yoktur. Bu sebeple, din değişmez; bilim değişkendir. 1. Bilgi Ne İşe Yarar? Bilgi, insanın hem bireysel hem toplumsal yaşamını yönlendiren temel araçtır. Sadece düşünmeyi ve kavramayı değil, aynı zamanda eylem ve karar mekanizmalarını da belirler. İnsan, bilgi sayesinde : • Doğayı daha iyi anlar ve ona uyum sağlar. • Kendi sınırlarını fark eder. • Hakikate yakınlaşır. • Vicdanla eylemini uyumlu hâle getirir. Bilgi, yalnızca zihinsel bir süreç değil, aynı zamanda varoluşsal bir araçtır; insanın hayatta kalmasını, toplumsal düzenini ve manevi yolunu şekillendirir. Bilginin gerçek işlevi, doğayı anlamak ve insan e...

TECELLÎ, ZÂT, VARLIK VE BİLİNÇ

TECELLÎ, ZÂT, VARLIK VE BİLİNÇ (Klasik Tevhîd Öğretisinin Modern Fizik ve Fenomenolojiyle Bütüncül Yorumu : Epistemik ve Ontolojik Bir İnceleme) Not : Bu makale, bir açıdan Allah (c.c.) dediğimizde ne demek istediğimizi açıklayacak. Celle ( جل ) fiilinden hem celâl hem tecellî türer. Giriş: Akıl–Vahiy Çelişir mi? “Allah hem aklı verip hem akla aykırı bir şey söylemiş olamaz.” Bu, aslında İslâm düşüncesinin en köklü aksiyomlarından biridir. İbn Rüşd’ün Hakikat tek, yolları iki: Akıl ve Vahiy tezi. Mâturîdî’nin Akıl-Vahiy uygunluğu prensibi. Gazzâlî’nin marifetin kesişim alanı fikri. Dolayısıyla, yaptığımız iş, menhec-i tevhîd içindedir, sınırdadır, dinen sakıncası da yoktur. 1. VARLIK–YOKLUK–HİÇLİK (Kelam, Ontoloji ve Modern Fizikte “Existence” Problemi) 1.1. Mutlak Varlık (el-Haqq) Zât-ı İlâhî, klasik kelamda : Vacibu’l Vücûd : Varlığı zorunlu. Samed: Hiçbir şeye muhtaç olmayan. ‘Leyse kemislihî şey’: Benzeri olmayan. Modern ontolojide bu, “ground of b...

HİDAYET

Beden, Kalp ve Amelle Tüm Varlığı Dönüştüren İlâhî Süreç. Zümer 23 Bağlamında Bütüncül Bir Okuma Giriş Kur’ân, hidayeti yalnızca zihinsel bir kabullenme olarak sunmaz. O, insanın bütün varlığını dönüştüren, bedensel, duygusal, zihinsel ve davranışsal bir süreçtir. İnsan, hidayeti yalnızca düşünsel düzeyde anladığını zannetse bile, Kur’ân’a göre hidayetin gerçek anlamı içte başlayan ve dışa yayılan bir dönüşümü ifade eder. Bu dönüşüm, ciltte hissedilen bir ürperti ile başlar, kalpte derinleşir, yüz simasında görünür ve davranışla tamamlanır. 1. Hidayetin Bedensel Başlangıcı Ürpermedir. (تَقْشَعِرُّ جُلُودُهُمْ) Zümer 23’te Allah şöyle buyurulur : "تَقْشَعِرُّ مِنْهُ جُلُودُ الَّذِينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ" “Rablerinden sakınanların derileri O'ndan ürperir.” Bu ifade, hidayetin fizyolojik olarak bedende başladığını gösterir. Ürperti, sadece bir korku tepkisi değildir; aksine haşyetten doğan bir yakınlaşma tepkisidir. Bedensel belirtiler şunlardır : tüylerin diken diken olmas...

ZAMAN, MEKÂN, BİLİNÇ VE TECELLÎ

ZAMAN, MEKÂN, BİLİNÇ VE TECELLÎ Kur’ân’ın Zaman Kavramları ile Modern Kozmoloji ve Fenomenoloji Arasında Ontolojik Bir Diyalog Özet Bu makale, Kur’ân’da geçen yevm, yevmeyn, eyyâm, dehr, hîn, asr ve ân kavramlarının klasik İslâm düşüncesindeki karşılıklarını modern kozmoloji, kuantum fiziği ve fenomenolojik bilinç kuramlarıyla birlikte ele alarak zaman–mekân–bilinç ilişkisine dair bütüncül bir ontolojik çerçeve sunar. Makale ayrıca kavramların etimolojik ve içerik tanımlarını sunarak gece–gündüz, gayb–şehâdet ve numen–fenomen ikiliklerini ontolojik bir zeminde birleştirmeyi hedefler. 1. Giriş Zaman ve mekân, felsefenin, teolojinin ve modern fiziğin üzerinde uzlaşamadığı temel kategorilerdir. Klasik İslâm filozofları (Farabi, İbn Sînâ), zamanın hareketle ilişkisini ve mahiyetini açıklamaya çalışmış; tasavvuf geleneği zamanın tecellîleri, bilinç katmanları ve gayb–şehâdet ayrımı bağlamında ontolojik bir yönelim geliştirmiştir. Modern bilim ise Big Bang’in 10⁻⁴³ saniyelik Planck zamanında...