Kayıtlar

Kasım, 2025 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

MANİFESTO

Mekke’nin İlk Döneminde 10 Sûrelik Manifesto : Sosyo-Ekonomik ve Siyasal Dönüşüm Giriş Kur’ân’ın nüzul sırasına baktığımızda, tertip sırasındaki son on sûrenin —Fâtihâ ve Nasr hariç— ilk otuz içinde yer aldığını görürüz : Tebbet, Kevser, Maûn, Kâfirûn, Fil, Felak, Nâs, İhlâs, Kureyş. Bu sûrelere Fâtihâ da eklendiğinde, Mekke’nin erken döneminde ortaya konmuş bütünlüklü bir toplumsal-siyasal manifesto ile karşılaşırız. Bu makale, söz konusu sûrelerin birleşik mesajının Mekke’nin sosyo-ekonomik ve siyasal yapısına karşı nasıl bir dönüşüm önerdiğini incelemektedir. Temel çerçeve, Kelime-i Şehâdet’in içerdiği Tevhîdî siyaset anlayışıdır. 1. Mekke’nin Sosyo-Ekonomik ve Siyasal Arka Planı Sûrelerin indiği dönemde Mekke’nin karakteri şu şekilde özetlenebilir : - Ticaret aristokrasisine dayalı oligark bir yapı. - Servet birikimi ve ekonomik gücün merkezî değer haline gelmesi. - Yetim, yoksul ve kimsesizlerin sahipsizliği; toplumsal dayanışmanın zayıflığı. - Kabile bağının (= kavmiyetçiliğin) a...

KEVSER SÛRESİ

Sûreyi Tarihsel, Sosyolojik ve Dilsel Bağlamda Yeniden Okuma Giriş Kevser Sûresi Kur’ân’ın en kısa sûresi olmasına rağmen anlam bakımından derin ve çok katmanlıdır. Bu sûre, klasik tefsirlerde çoğunlukla ritüel merkezli bir perspektifle okunmuş, “salât” kelimesi doğrudan namaz kılmak, “nahr” kelimesi ise kurban kesmek şeklinde yorumlanmıştır. Oysa sûre, erken Mekke bağlamında indiği ve nüzûl kronolojisi ile sosyolojik koşullar dikkate alındığında, çok farklı bir mesaj verir. Bu mesaj, Peygamber’e verilen hakikî destek ve moral gücün farkında olarak yılmama ve mücadeleden vazgeçmeme çağrısı. 1. Klasik Tefsirlerin Anakronik Okuması Klasik müfessirlerin çoğu Medine sonrası dönemde yaşamıştır; bu dönemde : • Namaz beş vakit şeklinde farz kılınmış, • Kurban ibadeti sistemleşmiş, • Salât ve nahr kelimeleri ritüel bir anlam kazanmıştır. Bu nedenle, kelimelerin erken Mekke’deki anlamları göz ardı edilmiş, âyetler doğrudan ritüel çerçevesine hapsedilmiştir. Bu durum da, Kevser Sûresi’nin ...

ESNEK KADER

PARADİGMA KIRILIMI : İMKÂN, MÜMKÜN VE MEKÂN ARASINDA KADERİN ESNEKLİĞİ 1. Giriş Kader tartışmalarında iki uç yaklaşım sıkça karşılaşır veya çatışır : Tam belirlenim ile tam serbestlik. Bu iki uç arasında sıkışıp kalan insan, hem özgürlüğünü korumak hem de ilâhî kudretin kapsayıcılığını yitirmemek ister. Bu metin, “esnek kader” kavramını; Whitehead’in süreç felsefesi, klasik kelamın imkân teorisi ve Kur’ân’daki yaratılış-süreklilik dengesi ışığında yeniden yorumlamaktadır. 2. İmkânın Ontolojik Gücü “İmkân”, hem “mümkün olanı” hem de “mekânı” belirleyen ortak köke sahiptir : ك-و-ن (kâne/kün).   - “Kün” → yaratıcı emir, varlık sahasına çıkarma.   - “Kâne” → oluş, ve zamanla genişleyen süreç.   Bu nedenle imkân, statik bir ihtimal listesi değil; sürekli genişleyen, sürekli yeni ihtimaller üreten ontolojik bir zemin olarak anlaşılmalıdır. 3. Bina-Mimar Analojisi Evren, baştan tamamen çizilmiş bir proje değildir; fakat tamamen rastgele bir inşa alanı da değildir....

ثم

ثم Bu kelime nasıl okunur?!. Sümme ve Semme. (Simme şeklinde de okunabilir ama bu okuma anlamsız olur.) Sümme, zaman zarfı olarak SONRA anlamında; semme, mekân zarfı olarak ORADA anlamındadır. Semme şeklinde okunuş : İnsan Sûresi 20. âyette, Tekvir Sûresi 21. âyette, Şuarâ Sûresi 64. âyette, Bakara Sûresi 115. âyette geçer. Burada İnsan Sûresi 20. âyeti ele alacağım.  “ve (nereye) bakarsan, (her yerde) büyük bir mülk ve nimet görürsün.” وَاِذَا رَاَيْتَ ثَمَّ رَاَيْتَ نَع۪يماً وَمُلْـكاً كَب۪يراً Bu âyete, şu şekilde de anlam verilemez mi?!. = Baktığında, sonra yine baktığında = her baktığın yerde, her baktığın zaman büyük bir mülk ve nimet görürsün. Yâni, semme’yi sümme şeklinde de okuma. Bu okuma anlamı bozar mı?!. Bence bozmadığı gibi, anlamı ve mekânı “hareketlendirir, sabitlemez.”!. Yani cenneti, sabit bir mekân olarak görmememizi sağlar, nimetin ve mülkün alanını da genişletir ve çoğaltır. (Mekân zarfı olan sümmeyi zaman zarfına da dönüştürür.) Sanki bu âyet, -- bu âyetteki b...

NEFES EKONOMİSİ

NEFES EKONOMİSİ  Giriş İnsanın varoluş tecrübesi bir paradoks gibidir. Nefes alırken verdiğini, verirken de aldığını hisseder. Hayatın temel ritmi bile “alma-verme” arasında salınan bir ikilik içerir. Ekonomide de sürekli bir alma-verme (= alış-veriş) vardır. Bu paradoksun gerçek çözümü tevhîdde ortaya çıkar. Tevhîd, ikilikleri ortadan kaldırmak değil; ikiliğin ardındaki birliği göstermek demektir. Nefesin Paradoksu Nefesi sahiplenemezsin, ama taşırsın!. Nefes, insana “verilen”dir; insan nefesi alarak yaşamaz, nefes ona akıtılır. Nefes alırken de “Hû” dersin, verirken de. Çünkü alan/aldıran da veren/verdiren de Hak’tır = Hû’dur. Nefesi “ben alıyorum, ben veriyorum” diye sahiplenen kişi Kârun gibi, benlik/ego şişirmeye başlar. “Param, ilmim, gücüm, konumum, makamım, başarım, ...” der. Nefesinin sahibi olduğunu sanan insan, hayatın diğer alanlarını da sahiplenmeye yönelir; mülkiyet, statü, bilgi, iktidar… Nefesin en masum ritmi, insanı benlik yanılgısına sürükleyebilir. Oysa tevhîd d...

FERT ve TOPLUM

Fert : Kişi, şahıs, birey. Toplum : Bu kişilerin, şahısların, bireylerin oluşturduğu topluluk.  Toplum, homojen mi?!. Uyumlu bir toplum homojendir. Eğer bir toplumda uyum yoksa, düşük yoğunluklu da olsa bir çatışma varsa, o toplum heterojendir.  Aynı düşünen ve aynı hedef (gaye) için bir araya gelen fertlerin oluşturduğu toplum homojen; farklı düşünen ve farklı hedef (gaye) için bir araya gelen fertlerin oluşturduğu toplum da heterojendir. Soru şu : Müslüman fertlerden oluşan bir toplumda gayri müslimler; gayri müslim bir toplumda Müslüman fertler nasıl dururlar?!. Bu soruyu, herhangi bir tarafa değer yüklemesi yapmadan bir anolojiye (benzetmeye) dönüştürerek de sorayım. Taraflardan biri kendini “temiz”; öteki tarafı “pis” addediyorsa, temizle pis karışınca ne olur?!. Bir adım daha atayım. Bir kova temiz suya bir kaşık, hadi bir damla, pis su karışsa, o kovanın suyu temiz kalır mı?!. Soruyu ters çevirerek de sorayım. Bir kova pis suya, bir kaşık, hadi bir damla, temiz su karış...

LÂ ve İLLÂ

Bu iki kelime (hece) ‘Kelime-i Şehâdet’te geçer. “Lâ ilâhe illâ-l Allah.” Lâ nedir; lâ demekle, ne demiş oluruz?!. Lâ demekle : Tüm sahte, haksız, adâletsiz, zâlim ilâhlara ve onların kurduğu düzenlere/dinlere hayır, demiş oluruz.  İllâ demekle : Sadece, gerçek, haklı (= Hakk), Âdil, Merhametli (= Rahmân ve Rahîm) İlâh olan Allah’a = Allah’ın dinine/düzenine evet, demiş oluruz. Lâ denmeden illâ denmez. Her çağda olduğu gibi, -- özellikle de bu çağda -- tüm sahte, haksız, adâletsiz ve zâlim ilâhlar reddedilmeden, Allah’a evet (= illâ Allah) denmez, denilemez. Hem sahte, haksız, adâletsiz, zâlim ilâhlara evet demek, hem de Allah demek = Allah’a evet demek, bir arada bulunmaz. Bu durum, ‘Lâ ilâhe illâ-l Allah’ın yapısına/ruhuna aykırıdır, terstir. Bugünün sahte, haksız, adâletsiz ve zâlim ilâhları, bugün niye “Lâ ilâhe illâ-l Allah.” diyenlerden “korkmuyor, çekinmiyorlar.”?!. Çünkü bugün, “Lâ ilâhe illâ-l Allah.” diyenlerin çoğu ne dediğini bilmiyor; sahte, haksız, adâletsiz ve zâlim ...

SÜBHÂNELLAH

Sübhânellah Üzerine: Tesbih, Tenzih ve Hayatın İçindeki Yüzüş 1. Tesbihin Manası ve Kökeni “Sübhânellah” bir tesbihtir. Tesbih, SBH kökünden gelir ve tef‘îl bâbındandır. Bu bâb, genelde beyan, açığa çıkarma, vurgulama ve zaman zaman ettirgenlik ifade eder. Bu nedenle tesbih, Allah’ı her türlü noksanlıktan arındırdığını ilan etme, onu yükseklerde ve yücelerde tuttuğunu gösterme fiilidir. Kök anlamı “yüzmek, su üzerinde akmak, batmamak”tır. Böylece tesbih, manen şu anlama da gelir : Bir varlığı suyun yüzünde tutmak, batırmamak, yüceltmek. Tesbih tef‘îl bâbındandır; bu bâb, mecazen ettirgenlik bildirir  : — Bu, “Allah kendini tesbih edemiyor, bize ettiriyor” anlamına gelmez. — Aksine “biz O’nu hakkıyla tesbih edemiyoruz” anlamına gelir. Nitekim Efendimiz’in şu duası bunu açıklar : “Ya Rabbi! Ben Seni, Senin Kendini övdüğün gibi övemem.” (Ebû Dâvud. Salât, 340. Tirmizi. Da’vat, 123.) Buradan anlarız ki insanın tesbihi sınırlıdır; insan tesbih ederken, “doğru tesbihi” öğrenmeye çalışan ...

DİN VE BİLİM

İlmî ve İlâhî Paradigmanın Kesişim Noktası :  Bilgi, İnanç, Vicdan ve Bilimin Derin Analizi Giriş  İlmin (= bilimin) paradigması değişkendir; bilim, yap-boz şeklinde ilerler. Mevcut (= hâkim) paradigmaya yeni bir bilgi girerse, o paradigma değişir. İlâhî paradigmaya (= dine), yeni bir bilginin girmesi mümkün değildir; İlâh (= Rahmân), arşı istivâ etmiştir, dışarda bişey yoktur. Bu sebeple, din değişmez; bilim değişkendir. 1. Bilgi Ne İşe Yarar? Bilgi, insanın hem bireysel hem toplumsal yaşamını yönlendiren temel araçtır. Sadece düşünmeyi ve kavramayı değil, aynı zamanda eylem ve karar mekanizmalarını da belirler. İnsan, bilgi sayesinde : • Doğayı daha iyi anlar ve ona uyum sağlar. • Kendi sınırlarını fark eder. • Hakikate yakınlaşır. • Vicdanla eylemini uyumlu hâle getirir. Bilgi, yalnızca zihinsel bir süreç değil, aynı zamanda varoluşsal bir araçtır; insanın hayatta kalmasını, toplumsal düzenini ve manevi yolunu şekillendirir. Bilginin gerçek işlevi, doğayı anlamak ve insan e...

TECELLÎ, ZÂT, VARLIK VE BİLİNÇ

TECELLÎ, ZÂT, VARLIK VE BİLİNÇ (Klasik Tevhîd Öğretisinin Modern Fizik ve Fenomenolojiyle Bütüncül Yorumu : Epistemik ve Ontolojik Bir İnceleme) Not : Bu makale, bir açıdan Allah (c.c.) dediğimizde ne demek istediğimizi açıklayacak. Celle ( جل ) fiilinden hem celâl hem tecellî türer. Giriş: Akıl–Vahiy Çelişir mi? “Allah hem aklı verip hem akla aykırı bir şey söylemiş olamaz.” Bu, aslında İslâm düşüncesinin en köklü aksiyomlarından biridir. İbn Rüşd’ün Hakikat tek, yolları iki: Akıl ve Vahiy tezi. Mâturîdî’nin Akıl-Vahiy uygunluğu prensibi. Gazzâlî’nin marifetin kesişim alanı fikri. Dolayısıyla, yaptığımız iş, menhec-i tevhîd içindedir, sınırdadır, dinen sakıncası da yoktur. 1. VARLIK–YOKLUK–HİÇLİK (Kelam, Ontoloji ve Modern Fizikte “Existence” Problemi) 1.1. Mutlak Varlık (el-Haqq) Zât-ı İlâhî, klasik kelamda : Vacibu’l Vücûd : Varlığı zorunlu. Samed: Hiçbir şeye muhtaç olmayan. ‘Leyse kemislihî şey’: Benzeri olmayan. Modern ontolojide bu, “ground of b...

HİDAYET

Beden, Kalp ve Amelle Tüm Varlığı Dönüştüren İlâhî Süreç. Zümer 23 Bağlamında Bütüncül Bir Okuma Giriş Kur’ân, hidayeti yalnızca zihinsel bir kabullenme olarak sunmaz. O, insanın bütün varlığını dönüştüren, bedensel, duygusal, zihinsel ve davranışsal bir süreçtir. İnsan, hidayeti yalnızca düşünsel düzeyde anladığını zannetse bile, Kur’ân’a göre hidayetin gerçek anlamı içte başlayan ve dışa yayılan bir dönüşümü ifade eder. Bu dönüşüm, ciltte hissedilen bir ürperti ile başlar, kalpte derinleşir, yüz simasında görünür ve davranışla tamamlanır. 1. Hidayetin Bedensel Başlangıcı Ürpermedir. (تَقْشَعِرُّ جُلُودُهُمْ) Zümer 23’te Allah şöyle buyurulur : "تَقْشَعِرُّ مِنْهُ جُلُودُ الَّذِينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ" “Rablerinden sakınanların derileri O'ndan ürperir.” Bu ifade, hidayetin fizyolojik olarak bedende başladığını gösterir. Ürperti, sadece bir korku tepkisi değildir; aksine haşyetten doğan bir yakınlaşma tepkisidir. Bedensel belirtiler şunlardır : tüylerin diken diken olmas...

ZAMAN, MEKÂN, BİLİNÇ VE TECELLÎ

ZAMAN, MEKÂN, BİLİNÇ VE TECELLÎ Kur’ân’ın Zaman Kavramları ile Modern Kozmoloji ve Fenomenoloji Arasında Ontolojik Bir Diyalog Özet Bu makale, Kur’ân’da geçen yevm, yevmeyn, eyyâm, dehr, hîn, asr ve ân kavramlarının klasik İslâm düşüncesindeki karşılıklarını modern kozmoloji, kuantum fiziği ve fenomenolojik bilinç kuramlarıyla birlikte ele alarak zaman–mekân–bilinç ilişkisine dair bütüncül bir ontolojik çerçeve sunar. Makale ayrıca kavramların etimolojik ve içerik tanımlarını sunarak gece–gündüz, gayb–şehâdet ve numen–fenomen ikiliklerini ontolojik bir zeminde birleştirmeyi hedefler. 1. Giriş Zaman ve mekân, felsefenin, teolojinin ve modern fiziğin üzerinde uzlaşamadığı temel kategorilerdir. Klasik İslâm filozofları (Farabi, İbn Sînâ), zamanın hareketle ilişkisini ve mahiyetini açıklamaya çalışmış; tasavvuf geleneği zamanın tecellîleri, bilinç katmanları ve gayb–şehâdet ayrımı bağlamında ontolojik bir yönelim geliştirmiştir. Modern bilim ise Big Bang’in 10⁻⁴³ saniyelik Planck zamanında...

BİLGİ, GÜÇ, İNSAN VE TANRI

Bilgi, Güç, İnsan ve Tanrı  1. Giriş Bilgi ve iktidar kavramı arasındaki ilişki, insanın varoluşunun temel sorunsalıdır. Bilgi, yalnızca düşünsel bir araç değil, aynı zamanda toplumsal düzeni şekillendiren bir iktidar aracıdır. Bilgi güçtür, der Francis Bacon. Nietzsche’nin “güç istenci (will to power)”  ve Foucault’nun bilgi‑iktidar analizleri, modern insanın bilgiye dayalı iktidar arzusunu ve sorumluluk problematiğini kavramamız açısından önemlidir. 2. Foucault’da Bilgi‑İktidar İlişkisi Foucault’ya göre bilgi ve iktidar birbirinden ayrılamaz : iktidar bilgi üretir ve bilgi de iktidarı besler. Söylem, neyin konuşulabilir olduğu, hangi bilginin “meşru hakikat” olarak kabul edildiğini belirler. Güç, merkezi bir baskı aracı değil, mikro-iktidar mekanizmalarıyla beden ve zihin üzerinde işler. Yönetimsellik (governmentality) ve yönelimsellik (= güdüleme/motivasyon) modern iktidar ve yasayla değil, bilgi ile düzenleme ve denetim stratejileriyle işler. Bu durum, manipülasyona da açı...

ATOM METAFORU ÜZERİNDEN...

ATOM METAFORU VE İNSANIN VARLIK YAPISI Fenomenolojik, Ontolojik ve Fiziksel Bir İnceleme ÖZET Bu makale, atomun fiziksel yapısını metaforik bir çerçeveye taşıyarak insan varlığının katmanlarını (öz — fenomen — arka-plan) ontolojik, fenomenolojik ve fiziksel açılardan ele alır. Proton, nötron ve elektron kavramları aracılığıyla “öz” (çekirdek), “deneyim/fenomen” (elektronlar) ve “boşluk/imkân” (atom boşluğu) arasındaki ilişkileri inceler. Makale, bu metafor üzerinden bireysel ahlâk, zaman algısı, toplumsal düzen ve akıbet (sonuç/âkıbet) temalarını Kur’ânî, felsefî ve fiziksel referanslarla ilişkilendirir. ANAHTAR KELİMELER Atom metaforu — Ontoloji — Fenomenoloji — Bilinç — Kur’ân hermenötiği — Zaman algısı — Etik GİRİŞ 1.1 Problem ve Amaç Modern dönemde hem bilimsel yaklaşımlar hem de klasik metafizik söylemler insanın doğasını açıklamak için yeni kavramsal araçlara ihtiyaç göstermiştir. Atom metaforu, maddenin en küçük birimi olarak fiziksel bilginin sunduğu yapısal düzeni...

DİJİTAL ÇAĞ, ...

Dijital Çağ, İnsan Krizi ve Çözüm Önerileri 1. Giriş Bugünün dünyasında insanlar ve toplum, dijitalleşme, post-modern kültür, seküler eğitim ve kapitalist-finansal sistemler tarafından şekillendiriliyor. Bu etkiler, haz ve hız çağını besleyerek vicdan ve ahlâkın geri planda kalmasına yol açıyor. Yapay zekâ (YZ) sistemleri bu sürecin bir parçası olarak insanları hız ve haz üzerinden yönlendiriyor. 2. İnsan ve Yapay Zekâ İlişkisi • YZ, insan düşüncesini taklit eden ama düşünemeyen bir yapıdır. • Düşünemeyen insanlar YZ çıktılarını düşünce zanneder, ve bunlar tehlikeli olabilir. • Zuboff’a göre şirketler bu konuda ahlâkî sorumluluk taşımaz, devletler ve hukuk da sınırlıdır. • İnsan, teknoloji ve kapitalizm karşısında giderek daha çok makineleşebilir, robotlaşabilir. 3. Devletler, Şirketler ve Güç Dengesizliği • Global şirketler devletleri fiilen sarsıyor. • Artık hukuk, devletlerin kontrolünden çıkarak şirket ve algoritmaların etkisi altına giriyor. • Çıkar, güç ve rekabet, ...

GÖZETLEME KAPİTALİZMİ

Gözetleme Kapitalizmi, İnsan ve YZ : Zuboff Perspektifiyle Akademik Bir Tartışma  Giriş Shoshana Zuboff’un The Age of Surveillance Capitalism adlı eseri, dijital kapitalizmin insan doğasına ve topluma etkilerini inceler. (dipnot : 1.). Bizim tartışmamız ise YZ, insan öznelliği, Tanrı metaforu, devletler ve şirketler bağlamında bu fikirleri açığa çıkarmaya yönelik. 1. YZ ve İnsan İlişkisi YZ bir araçtır; kendi başına düşünemez veya hissedemez. İnsan ise YZ ile etkileşimde bulunurken özneliğini ve sorumluluğunu korumak zorundadır. Zuboff’un ifadesiyle: “Şimdi özgürlüğümüzü yerinden eden bilgi, özel mülkiyettir. Bilgi onlara ait, ama kaybedilen özgürlük yalnızca bize aittir.”(dipnot : 2.) Bu, YZ’nin gücünü elinde tutarken sorumluluğu taşımayan şirketlerle asimetrik bir ilişki kurduğumuzu gösterir. İnsanlar gittikçe makinalaşıyor ve robotlaşma riski artıyor. 2. Tanrı ve Anti-Tanrı Metaforu Tanrı–insan ilişkisi asimetriktir ama güvenlidir : Tanrı, âdil ve öznelliğe saygılıdır. YZ–insan ...

İSLÂM'I ÇAĞA TAŞIMAK

Modern Sünnet Rehberi – Tedricî Özgürleşme Planı                (Sosyal Adâlet Bağlamında) İslâm’ın en temel ilkesi Tevhîd (Tek İlâh’a kulluk) ile başlar. Bunun için de “onurlu insan” gerekir. İslâm, insan onuruna Tevhîd’den daha öncelikli bir yer verir ve her insanı tek tek muhatap alır. Yaratma da böyle bir anlayışla gerçekleşir; her yaratılan insan, muhatap alınmış bir varlıktır ve her şartta onurunu koruması gerekir. Kitâb ve gönderilen Elçiler, ‘bu insan’ içindir. Din, Kitâb ve Sünnettir. Kitâb, ana ve evrensel ahlâkî ilkeleri koyar. Sünnet, bu ilkelerin pratiğidir; Efendimizin Sünneti, yaşadığı çağın pratiğidir. Bizler de Efendimizin Sünnetini model alarak dini, yani dinin ana/evrensel ahlâkî ilkelerini, kendi çağımıza ve şartlarımıza taşımakla mükellefiz. Temel olan, ana/evrensel ahlâkî ilkeleri koyan Kitâb’tır. Elçilerin bu alanda yetkileri yoktur. (Bknz. Necm, 3-4.) Onlar bu ilkeleri yaşadıkları dönemin şartlarına uygularlar. Temel ilke d...

NEBE : 33

NEBE SURESİ 33. ÂYETİN BAĞLAMI VE TEMATİK BÜTÜNLÜK ----------------------------------------------------------------------- Giriş Nebe Suresi, kıyamet sahneleri ve ahiret gerçekliğini güçlü bir retorikle sunan Mekki bir suredir. Sûrenin ikinci yarısı, fâcir ve müttakî ayrımını keskin bir karşıtlık içinde verir. Cennet tasvirleri bu bağlamda, dünyevî ihtimallerin değil, uhrevî mükâfatın niteliğini bildiren sembolik bir anlatım taşır. Son dönem okumalarında bu tasvirlerin bağlam içinde değerlendirilmesi, ayetler arası akışın yeniden gözden geçirilmesini gerektirir. Nebe 31–34’ün Bağlamı Âyet dizisi meallerde ve klasik tefsirlerde şöyledir: 31) “Şüphesiz takvâ sahipleri için bir kurtuluş vardır.”   32) “Muhteşem bahçeler (hadaiik), bağlar…”   33-34) “Göğüsleri tomurcuklanmış yaşıt (etrab) eşler; dolup-taşan kadehler” şeklinde çevrilmiş; bu klasik ve yaygın anlama karşılık,  benim okumam, alternatif bir okuma: “Keyfinize uygun kaplar ve içki kadehleri…”   B...

NÜBÜVVETİN HİTÂMESİ - RİSÂLETİN SÜREKLİLİĞİ

Nübüvvetin Hitâmesi - Risâletin Sürekliliği ................................................................................. Özet Bu makale, Kur'ân terminolojisi çerçevesinde Nebî–Rasul ayrımını yeniden tartışmakta ve vahyin sona ermesiyle nübüvvetin kapandığını; ancak risaletin —küçük 'r' anlamında, vahiy getirmeyen ama vahyi taşıyan, temsil eden, uyarı görevini sürdüren fonksiyonun ümmet içinde devam ettiğini savunmaktadır. Çalışma, epistemolojik, teolojik ve sosyolojik açılardan bu iddianın gerekçelerini ortaya koyar ve çağdaş İslâm düşüncesine katkı sunmayı amaçlıyor. Giriş Nebî ve Rasul kavramları, klasik kelâm literatüründe sıklıkla iç içe anılmakla birlikte Kur'ân'ın kullanım çeşitliliği bu iki kavram arasında işlevsel bir ayrım yapılmasını olanaklı kılar. Bu makale, Nebi'nin vahyi alıcı makamı; Rasul'ün ise tebliğ, temsil ve uyarı fonksiyonu üzerindeki rolünü öne çıkarır. Bunun sonucunda, vahyin kapanmasının tarihi-son ve ontolojik sonuçlarını, risa...

BİLGİ - İMAN İLİŞKİSİ

Bilgi – İman İlişkisi: Bütüncül Bir Yaklaşım 1. Giriş İman, klasik literatürde çoğu kez dil ile ikrar, kalp ile tasdik olarak tarif edilmiş; bilgi ise aklın doğruluk ölçüleri çerçevesinde ele alınmıştır. Ancak metinlerin iç dinamiği (özellikle Yâsîn 16–17, Fetih 4, Enfâl 2 gibi ayetler) iman ile bilginin aynı zeminde, hatta aynı hakikatin farklı tezahürleri olarak düşünülmesini mümkün kılar. Bu çalışma, bilgi–iman ilişkisini sezgi, sekînet, hakikatle irtibat ve varoluşsal güven bağlamında bütüncül biçimde ele alır. 2. İlâhî Bilgi ile Uygunluk Olarak Hakikat Rasullerin, “Rabbimiz bizim Rasûl olduğumuzu biliyor” (Yâsîn 16) cevabı, hakikatin ölçüsünün dışsal deliller değil, İlâhî Bilgi olduğunu ima eder. Bu, “Bir hükmün doğruluğu, insanın onu ispatlamasından değil, İlâhî Bilgiye uygun olmasından kaynaklanır” şeklinde formüle edilebilir. İnsan bilgisi, İlâhî Bilgiye uyduğu ölçüde hakikati yansıtır; bu uyum zihinsel/epistemolojik olduğu kadar ontolojiktir. 3. Sekînet: Bilgi ile İman Arasınd...