HİDÂYET
Doğru yolu bulma. Bu bulma, kişinin kendinin gerçekleştireceği teorik (= nazarî) bişey değil; doğru yolu âlemlerin Rabbi buldurur, kul da bulmak için O’ndan yardım dilenir.
Doğru yol, yürünen (= yaşanan) hayattır.
“iyyeKe neabudu ve iyyaKe nesteîn. İhdinâ-s sırât-al müsteqîm. Sırât-al llezîne enamte aleyhim, gayr-il meadûbi aleyhim, ve le-d dâllîn.” (1/5-7)
Çoğu insan, Rabbine değil de kendi aklına güvendiği (= inandığı) için yanlış yolda yürür, ve sittîn sene doğru yolu bulamaz. Akıl, vahiy olmasa hangi yolun doğru olduğunu bilemez. Vahiy, El-Alîm olan âlemlerin Rabbinin bilgisidir.
“elâ yealemü men halas?!. = Yaratan bilmez mi?!.” (67/14.)
Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın gazabına/gadabına uğrayanlar ve dalâlete düşenler = meadûbi aleyhim, ve le-d dâllîn, vahyi görmezden gelenlerdir. Dalâlet, hidâyetin zıttıdır. Hidâyet, salt teorik (= nazari) bişey değil, aynı zamanda amelî (= pratik) bişeydir (= praxis). Kitâb, bundan dolayı imanla ameli birbirinden ayırmaz = émenû ve amilu-s sâlihât. Salih amel, salih bilgi ile mümkün; salih bilgiyi, salih amel hem artırır hem de güçlendirir/sağlamlaştırır.
“Ey İman edenler, yapmadığınız (veya yapmayacağınız) şeyi/şeyleri niye söylersiniz?!.” (61/2.)
“Kendisi himmete muhtaç bir dede.
Nerede kaldı gayrıya (= başkasına) himmet ede.” Lâedrî.
Ortalıkta müthiş bir söz enflasyonu var; çoook azı dışında hepsi faydasız, uçup gidiyor. Bu enflasyonu şişirenlerin derdi hidâyet falan değil, kişisel çıkar. (= menfaat = ün, unvan, nam, para, vs.)
“İhdinâ-s sırât-al müsteqîm.” (7/5.)
Yorumlar
Yorum Gönder