RUKÛ' VE SECDE
Rükû’, saygı ifâdesi olarak öne doğru eğilmek, beli kırmak. Secde, Rabbin “Önünde, Huzurunda” yere kapanmak, elleri, dizleri, alnı, burnu (= kafayı), tüm vücudu yere sürmek, sermek. Bunlar, “şekilsel” ifâdeler, hareketlerdir. Bu hareketleri yaparken, rukû’da : “Sübhâne Rabbiyel Azîm.”; secdede : “Sübhâne Rabbiyel A’lâ.” deriz. Sübhân, her türlü eksikliklerden, noksanlıklardan münezzeh (= uzak, temiz); Rab, terbiye eden, yaratan, yaşatan; ye, benim; Azîm, azametli, ulu; A’lâ, yüce, demek. Toparlarsak, rukû' ve secdede : “Beni (= tüm âlemi) yaratan, yaşatan ve terbiye eden Azametli, Yüce ve Ulu Rabbimi her türlü eksikliklerden, noksanlıklardan, kusurlardan münezzeh (= uzak, temiz) tutarım.” diyoruz.
Bu yazıda, Rabbimizin Azîm ve A’lâ (= Azametli ve Yüce) sıfatlarına vurgu yapacağım. O öyle bir İlâh (= Allah) ki, O’nun Azameti ve Yüceliği bizi sürekli cezbeder ve bu cezbe de bizi sürekli “yolda” tutar, ama aslâ yolun sonuna (= hedefe) varamayız; ama kendimizi yolun her noktasında (= durağında), bir önceki noktadan (= duraktan) daha iyi, daha huzurlu, daha hafiflemiş ve daha rahatlamış hissederiz; bu huzur bizi daha ileri gitmekten de alıkoymaz, hedefimiz dâima “ileridedir”!. Tâbiri caizse, durağın hiçbir noktası bizi kesmez, mutlu ve huzurlu etmez!.
Gerçek “ilericilik ve idealizm” budur. Müslümanlara “gerici” giyenler ve “geri” (tarihe) gitmek isteyen Müslümanlar, İslâm’ın bu (ilerici) yönünü bilmiyorlar, ezbere yaşıyorlar. İşte, rükû’ ve secdede “böyle bir ufuk” önümüze açılır. Secde, kulun Rabbine en yakın olduğu “ândır”!; her secde, bir önceki secdeyi “bi milim”! geçerse. Bu, sadece soyut bir ideal değil; bunun pratik, gündelik hayattaki (materyal) karşılığı, sâlih amel, Rabbin emrine uygun iş yapma, yaşamadır. Efendimiz : “İki günü birbirine eşit olan ziyandadır.” buyurur. Ziyanda olmayanları Asr Sûresi haber verir : “İman edenler. Sâlih amel işleyenler. Hakkı ve sabrı tavsiye edenler.” (103/3.)
Midemizi doyurduktan sonra sâlih amel işlemek ve ruhumuzu temizlemek için çalışmamız (= lizzekâti fâilûn) gerekir. Bu çalışma ile para da ilim de itibar da kazanılabilir; yeter ki ihtiyaç fazlası kazancımızı infâk edelim; bu sayede de Rabbe yakın olmaya bakalım. (Not : İnsanların tüm zamanlarını, mide doyurmaya mahkûm edenler, buna rağmen yine de doyuramayanlar, çook büyük vebal altındadırlar. Bu, ayrı bir bahis.)
Yeme-içme, mideyi doyurduğu gibi, rükû’ ve secde (= sâlih amel ve tesbih) de ruhu (= duyguları) doyurur. Tesbih ile Sübhân-eke aynı köktür. “Ey iman edenler!. Allah’ı çokça (= çook) anın = hatırlayın = zikredin!. O’nu sabah-akşam tesbih edin!.” يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اذْكُرُوا اللّٰهَ ذِكْراً كَث۪يراًۙ = وَسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَاَص۪يلاً (33/42.) Bunu, sözle de eylemle de yapın!.
O’nu anmada doymayın!. Her doyum, belli bir süre sonra yeni açlıklara (= acıkmalara) gebedir. Damak (= mide), kaliteli ve lezzetli yiyeceği aradığı veya istediği gibi, ruh da kaliteli ve lezzetli ânları/durumları (= Olan’ı) arar, ister. Aslında mide de ruh da “doymaz”!. Midenin doymazlığına hırs, açgözlülük veya oburluk denirken; “ruhun doymazlığına”! kulluk denir.
Ruhen bizi doyuran ve bize yeten şey, (artık) bizim bir putumuz olmuştur; o bizi durdurur ve öldürür.
“Allah’a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter.” = وَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَك۪يلاً (33/3.) Buradaki yeter (= kefâ), “sınırlı, bitimli bir kaynak” değil, Sınırsız, Sonsuz, Sürekli, Bitimsiz Bir Kaynak’tır. Bizi her zaman “doyuran, doyunca da yine Kendi’ne aç ve muhtaç bırakan”! Bir’idir.
“Gerçek olan duâ (ki duâ, istektir, arzudur) ancak O’na yapılandır. Onların, O’nun yanı sıra istekte bulundukları varlıklar, hiçbir şekilde onlara karşılık veremezler. Onlar, elleri suya ulaşmadığı halde, ağızlarına su kendiliğinden gelsin diye iki avucunu açanlar gibidir. Kafirlerin duası işte böyle sapkıncadır. Göklerde ve yerde olanlar ve onların gölgeleri, isteyerek veya istemeyerek (= tav’an ve kerhen), sabah akşam Allah’a secde ederler.” (13/14-15.)
O’na secdemiz kerhense (= zoraki ise), ruhumuz iştahsızdır, tav’ansa, sürekli “açtır, iştahlıdır”; ama bu “açlık, iştah”, aslâ mide açlığı gibi değildir, kemâl içindir.
Yorumlar
Yorum Gönder