EZELÎ-EBEDÎ
Ezelî, kadim, öncesiz, başlangıçsız; ebedî, bâkî, ölümsüz, sonsuz. Ezelî ve ebedî, önü ve sonu olmayan. Böyle Bir’i, sadece Allah’tır. O’nun dışındaki herkesin ve her şeyin, bir başlangıcı ve bir sonu vardır. O’nun dışındaki herkes ve her şey, bir gün yok olacaktır. = “... küllü şeyin hélikün illâ Veche... = O’nun ‘Yüzü’ hariç, her şey yok olacaktır.” (28/88.)
Zihinleri bulandıran bilim ve felsefe, maddeye de bu özelliği verir; ve maddeyi (= özdeği) de adetâ bir tanrı gibi görür. Modern bilim ve felsefe, maddeci ve materyalisttir. Onlara ve İslâm filozoflarına (= Kelâmcılarına) göre madde (= heyulâ), kendinden her şeyin ve herkesin var edildiği (= yaratıldığı) “tanımsız ve belirsiz” bişeydir. Tanım (veya tanımlama, belirleme), maddenin özelliklerine (= ilineklerine) göre yapılır. Özellikler (= ilinekler) ise, boyut (= küçüklük-büyüklük), yer kaplama, ağırlık-hafiflik, bölünebilirlik, birleştirilebilirlik, şekil, renk, tat, kokudur, vb.
Bizim bildiğimiz madde, atomlardan oluşur, ve bilinen 118 element, dolayısıyla da atom (numarası) vardır. Atomların dizilişi (= paterni = modeli = deseni = şekli, sıkılığı ve gevşekliği, vb.), elementleri oluşturur. Bu diziliş de bir özellik, bir ilinektir...
Atom parçalandı; atomun çok küçük parçalarına (= quarklara) ulaşıldı.
Parçalanan ve çook küçük olan, hatta ne olduğu (ışık mı, dalga mı?!) bilinmeyen şeyler, Tanrı olabilir, herkes ve her şey onlardan yaratılabilir, oluşturulabilir mi; bunları istediği gibi “modelleyen” Bir’i (= “Bir Akıl”!) yok mu?!. Veya O Bir’i (= “O Akıl”!), parçalanabilir, parçalardan oluşan (= panteizm ve vahdet-i vücud) bir Bir olabilir mi?!. O’nun Varlığı, bu tür parçalara muhtaç mı?!.
O Allah, ki Samed ve Ehad. = Herkes ve her şey O’na muhtaç, O kimseye muhtaç değil bir Bir.
Ezelî ve Ebedî oluş, Kendi ile Kâim oluştur. Böyle bir Kâimiyet olmazsa, Kayyumiyet (hâkimiyet) de olmaz. Böyle bir Kâimiyet ve Kayyumiyet (hâkimiyet) de, sadece “Bir Kişi”! = İlâh = Allah için geçerli olabilir. Ve O İlâh = Allah, unutmaz ve dalmaz (= lâ te’huzüHû sinetün ve lâ nevm); semâvâtın ve yerin sahibi (= leHû mâ fi-ssemâvâti vel ard); O’ndan izinsiz hiç kimsenin bişey yapamayacağı, bi başkasına şefaat edemeyeceği (= men zellezî yeşfeu ındeHû illâ bi-izniH); herkesin ve her şeyin geçmişini, şimdisini ve geleceğini bilen (= ye’amelu mâ beyne eydihim ve mâ halfehum); kimsenin O’nun bilgisine ulaşamayacağı ve bilenlerin de O’nun izin verdiği kadarını bildiği/bilebildiği (= ve lâ yuhîtûne bişeyin min ılmiHî illâ bilâ şâe); Kürsüsünün semâvâtı ve yeri kuşattığı (= vesia kürsiyyuHû-s semâvâtı ve ard); ve bunun O’na zor/ağır gelmediği (yük olmadığı) Aliyy/Yüce/Ulu ve Azîm/Güçlü/Azametli bir İlâh = Allah’tır. (= ve Hüve-l Aliyy-ül Azîm) 2/255.
Bölünebilen (= parçalanabilen) bir maddede (= tözde, özdekte) böyle özellikler (= sıfatlar, nitelikler) olabilir mi?!. Ne biçim (= ne aptalca) hükümler veriyorsunuz?!.
Zihinleri kirleten (= bulandıran, zehirleyen) bilim ve felsefe (= eğitim-öğretim) ile hidâyet (= doğru yolun bulunması) mümkün değil. Bizim acilen eğitim-öğretimde bir paradigma değişimine ihtiyacımız var; aksi hâlde ‘bilim ve felsefe = eğitim-öğretim oyunu’ oynamaya devam ederiz ve, berrak, temiz bir “suya” (anlayışa, zihniyete) kavuşamayız. Mevcut eğitim-öğretim zihniyeti, hem suyu bulandırıyor hem de ‘temizlemek’ için ‘uğraşıyor’!; ‘temizlerken’ daha da bulandırıyor.
Bu zihniyete de “leküm dinüküm ve liye dîn” demek gerekiyor.
Yorumlar
Yorum Gönder