IRK SORUNU
Irk, dillerin ve renklerin farklılığıdır.
“Göklerin ve yerin yaratılışı, dillerinizin ve renklerinizin farklı oluşu O’nun âyetlerindendir. Bunda bilenler için âyetler vardır.” (30/22.) Hucurat Sûresi 13. âyet de ırk için delil gösterilir. “Ey insanlar! Sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık. Birbirinizle tanışmanız için (= liteârafû) de sizi kabilelere ve sülâlelere ayırdık. Allah’ın yanında en kerim olanınız, en çok takqâ sahibi olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır. Kuşkusuz Allah, her şeyi Bilendir, her şeyden Haberdardır.”
Irk, doğal farklılıktır. Bu farklılığa, coğrafya (= iklim) neden olur. Sıcak bölgelerde yaşayanlar siyah; soğuk bölgelerde yaşayanlar beyaz olur; arada da esmerler, sarılar bulunur.
Deri rengi, üstünlük değildir.
Dağınık (= göçebe) yaşamda ırk, dolayısıyla da dil, hiçbir sorun teşkil etmiyordu. Sanayii ile şehirleşilince, herkes bir araya toplandı ve dil sorun olmaya başladı.
Irkla dil arasında nasıl bir ilişki var? diye sorarsanız; dilin toplumsal ve tarihsel olduğunu söylerim. Eskiden bir arada yaşayan insanlar anlaşmak için ortak bir dil geliştirdiler ve bu dili nesilden nesile taşıdılar. Sanayii ile, şehirleşme ile, ulus devletleşme ile nesiller karışınca, dil (= anlaşma) sorunu baş gösterdi. Ulus devletleri ırka dayandırma girişiminin arkasında, ırkın ortak çıkarları yatar ama hiçbir ulus devlet, tek bir ırktan oluşmaz. Tek ırktan oluşan ulus devletler, kabile veya sülâle devletidir.
Kabile veya sülâlelerde, hatta ailelerde bile iktidar kavgası olur, yaşanır. Ümeyyeoğulları da Abbasoğulları da aynı kabiledendi, Kureyş’tendi. Her ailede “sen-ben” kavgası var. Önemli olan, “sen-ben” değil, “biz.” Bizin sonu (da) “Lâ ilâhe illâ-l Allah’a” varmazsa, bu kavga aslâ bitmez. Küresel (= global) dünyada huzur, “sende-bende” değil, “bizde”!.
Liteârafû için, oturup konuşmamız, bir birimizle “tanışmamız” şart. Bu “tanışma” bizi, ne sana ne bana, illâ-l Allah’a = “Lâ ilâhe illâ -l Allah’a” götürmediği sürece, bu kavgayı sona erdiremeyiz.
Konu, katmerli ve çetrefilli bir konu; bu kısa yazı, konuyu özetledi; ayrıntılı çözüm için sosyologların (= toplumbilimcilerin) ve siyasetçilerin = siyaset sosyologlarının, kısaca ülemânın konu üzerinde ciddî çalışma yapması; ümerânın da (= emir sahiplerinin de) ülemâya (= ilim sahiplerine) kulak vermesi şart. Esasında devleti, âlim ümerâların (= dindar filozofların) yönetmesi gerekiyor. Bizdeki ümerâda güç var, ilim yok; ülemâda da ilim var, güç yok; olan, bu zavallı halka oluyor. Neticede bu “savaşta” ne ülemâ ölüyor ne de ümerâ.
Yorumlar
Yorum Gönder