Kayıtlar

BU GİDİŞ NEREYE?!.

Hayatın (bunca çabanın) anlamı ne, sonunda ne olacak?!. “Ey insan!. Kesinlikle sen Rabbine kavuşuncaya kadar çalışıp-çabalayıp (= didinip) durmaktasın, ve sonunda O’na varacaksın.” (84/6.) Âyette çalışıp-çabalama (= didinme), kedh ( كدح ) kelimesiyle ifâde ediliyor. Bu kelime, sadece bu âyette iki kez kâdihun ve kedhan ( كادح / كدحا ) şeklinde geçiyor. Râgıb el-İsfehânî, bu kelimeye çok sıkı, çok ağır çalışma ve yorulma anlamı vermiş. (Bknz. El-Müfredât . II. cilt. s. 285.) Sa’y ( سعى ) de çalışma. Fark nerde?!. Kedhde amaç/anlam yok veya belirsiz; sa’yde “iyi-kötü” (= “belli-belirsiz”) bir amaç/anlam var ama ikisi de amel. (= İş, eylem, davranış, çaba.) Sadece sâlih amellerin amacı/anlamı net. Çabalar (= sa’yler) çeşit çeşit. = “inne sa’yeküm leşettâ.” (92/4.) Bazı sa’ylerin (= sâlih amellerin) sonu meşkûrdur. (17/19. 76/22.) Bazıları da, sa’ylerin iyi (= faydalı) olduğunu sanır/düşünür ama “gün” gelince onların o sa’ylerin iyi ve faydalı olmadığı ortaya çıkar/çıkacak. (18/104....

MÜ'MİN

Mü’min : Emîn olan. Emîn olunan. = Güvenen. Güvenilen. Emânet veren. Emânet verilen. Verilen emânete ihânet etmeyen. Mü’min de emânet de, EMN (أمن) kökünden. Allah (c.c.) da Mü’min. = El-Mü’min . = ألمؤمن. Mü’min, aynı zamanda Allah’a tam teslim (= Müslim /مسلم) olan, O’na tevekkül eden (= O’nu vekil kılan) adamdır. Mü’min, aynı zamanda Müslimdir. Müslim, Allah için kullanılmaz; Allah, hiç kimseye teslim olmaz. Müslüman kelimesi Arapça değil, Farsçadır. Müslim kelimesinin kökü SLM/سلم. İslâm da aynı kök. Müslüman, Allah’a (tam) teslim olarak selâmet bulur, tehlikelerden emîn/mü’min olur, kurtulur. Yakîn iman, budur. = Tam güven. Tam teslimiyet. ... Allah Mü’mine; Mü’min de Allah’a güvenir. (= inanır.)!. Allah’a güvenen Mü'min, Allah’tan “şüphe”! etmez; Mü’mine güvenen Allah da Mü’minden!. Bu yüzden Allah, Mü’mine = Mü’min kuluna emâneti vermiş, dinini (= Kitâb ’ını) emânet etmiştir. “Biz emâneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik; onlar onu yüklenmekten kaçındılar. Korktular. O...

HAK (= حق)

Hak (= حق) : Hakikat . Hakîki/ Gerçek . Değerli. Hakka / Hakîkate / Gerçeğe uygun olan. Şüpheden uzak. Doğru. Âdil. Hukukta hak , kişinin yaşayabilmesi için kendisine doğal olarak doğuştan “verilen”, olmazsa olmazlar. Yaşama, öğrenme, seçme-seçilme , fikir beyan etme , seyahat hakkı gibi... Herkese bu ve benzeri hakları veren, Hakk Teâlâ'dır = Cenâb-ı Hakk 'tır. Modern hukuk (siyaset), temel hakların kaynağını anayasaya bağlar. Anayasa , kul/insan yapımı bir belgedir. Bu belgenin ruhunda insana saygı vardır. Hak, bir ‘mülkiyet’ ise; insan, insana herhangi bir hakkı (= bu mülkiyeti) ‘eşit veya âdil’ olarak verebilir ve bu hakkı/hakları koruyabilir mi?!. Maddî mülkiyetlerde böyle bir durum söz konusu değil. Eğer haklar, manevî mülkiyetlerse , bu mülkiyetlerde de maddî mülkiyetlerdeki durum söz konusu olabilir; oluyor da. Hak da, haklar da Kitâb/lar (= Vahiyler ) gibi, Rabbimizden inmedir. “Hak, Rabbinden gelendir. Sakın kuşku duyanlardan olma.” (2/147.) = اَلْحَقُّ مِنْ ر...

O ve BEN

O, Hüve/Hû = هو; ben, ene = أنا. Akıl , ben/أنا der; kalp , Hû/هو der. Kişi, aklından kalbine giden bir yolu bulamıyorsa, kendinin de O’nun (= Hû/هو’nun) da farkında değildir. O’nun (= Hû/هو’nun) farkına varmak için aklı susturmak gerekir mi, farkına varmak, aklî mi, kalbî mi?!. İkisi de. Aklı susturarak, kalbin/kalbimizin sesini duyamayız. Akıl, kalpten ayrı değildir. Akıl kalp ile bir olursa, akıl “değişir”! (“değişik”! çalışmaya başlar) ve kalp, “ akleden kalbe ” dönüşür. O’na Duâ  Duâ, Allah ’tan istemek ve (zorda/darda kalınca) Allah’ı çağırmaktır. “ Allah ile birlikte başka bir ilâhtan istekte bulunma . O’ndan başka ilâh yoktur . O’nun “yüzü” hariç her şey yok olucudur. Hüküm O’nundur ve O’na döndürüleceksiniz.” (28/88.) Akıllarından kalplerine giden bir yol olmayanlar , verilen nimetlere doymayanlar ve sürekli O’ndan bişeyler isteyenlerdir; yol olanların duâ sı (= isteği) ise, zorlukta/darlıkta bile şükürdür/teşekkürdür. ... Pozisyon Kişinin toplum içindeki konumu, durumu, ...

ZİKİR'DEN YÜZ ÇEVİRMEK

Zikir , Kur’ân’dır.  “Ey İman edenler, mallarınız ve evlâtlarınız sizi Allah’ı zikirden (= Allah’ın Zikr’inden) alıkoymasın. (=  لَا تُلْهِكُمْ)  Kim bunu yaparsa bilsin ki kaybedenlerden (= hüsrâna uğrayanlardan) olur.” (63/9.) تلهى , uzaklaşmak. Mal ve evlât, kişiyi, Allah’ı zikirden (= Allah’ın Zikr’inden) uzaklaştırırmış. Mal ve evlât sahibi olmayalım mı?!. Elbette olalım, ama onları Allah’ı sever gibi, hatta Allah’tan daha çok sevmeyelim!. “Bazı insanlar, Allah’ın yanı sıra başka varlıkları Allah’a denk tutarlar ve onları Allah’ı sevdiği gibi severler. İman edenlerin Allah’ı sevmeleri ise her türlü sevgiden daha üstündür. Zulmedenler, azabı gördükleri zaman kuvvetin bütünüyle Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın azabının çok şiddetli olduğunu keşke daha önceden anlayabilselerdi!.” (2/165.) Bunu önceden anlayabilenler, Allah’ı zikirden (= Allah’ın Zikrinden = Kur’ân’dan), yüz çevirmezler. Allah (= Allah’ın dini = hak-hakikat) söz konusu olduğunda, mallarından da evlâtları...

DÖNÜŞ = RÜCÛ' (رجوع)

Recea (رجع)’dan; mercî’ de aynı kök. Dönmekten dönüş; dönek de dinden çıkma anlamındaki dönme de Türkçede kullandığımız kelimelerden. Dönmek için, önceden bi yerden! “ayrılmış veya o yeri! terk etmiş olmak” gerekir. ‘Gurbete gitti, artık bi daha dönmedi.’ dediğimizde; gurbet, artık onun vatanı oldu, demiş oluruz. ... Doğum, (dünyaya) geliş ise; ölüm de dönüştür. Namaz kılarken, yüzümüzü (= yönümüzü) Kâbe’ye (= kıbleye ) döneriz. Yüzümüzü döndüğümüz (döndürdüğümüz) “tarafa” ilgi ve sevgi duyarız, oraya doğru yürürüz; sırtımızı döndüğümüz (döndürdüğümüz) “taraftan” da uzaklaşırız. ... Gidişler-dönüşler, içinde bulunduğumuz mekâna ve dönülecek yere (merci’ye) göre tanımlanır. Türkiye’den Rusya’ya bir yolculuk yapacaksak, ve Türkiye’de yaşamaktan memnunsak, dönüş yine Türkiye’ye olacaktır. Dünyaya da bir yolcu (misafir/müsafir) olarak geldik. Nereden?!. ???. Geldiğimiz “yerden”!. Dönüşümüz de “oraya”!. ... Kitâb, dönüşünüz Rabbinize = اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ diyor. (29/17. 30/11. 32/11...) ...

NASIL MÜSLÜMAN OLUNUR?!.

1. Doğumla. (= Ana-babadan miras alarak.) 2. Kelime-i Şehâdet’i dille/sözle söyleyerek. 3. Diğer ilâhları(n otoritelerini) reddede reddede... İlkinde (= doğumda), bir hazırlık süreci yok. İkincisinde (= Kelime-i Şehâdet’i söylemede), “kısmen bir hazırlık” var. Üçüncüsü, tam ve ciddî bir hazırlık sürecini gerektiriyor; tıpkı, bir meslek sahibi (berber, kasap, öğretmen, mimar, doktor, vs.) olmak gibi.  Müslüman olmak, bir meslek sahibi olmaktan daha mı kolay, daha mı basit?!. Müslüman olmayı “böyle gördüğümüz”! için mi Müslümanlığımızın değerini bilmiyoruz?!. Aslında Müslüman olmak da Müslüman kalmak da “zor”!. Müslüman olmak, bir süreç işi; ve çook ciddî bir hazırlık gerektiriyor. Allah dışındaki ilâhların otoritelerini reddettiğimiz oranda Müslüman oluruz ve Müslüman kalırız. Her zamanda, ama özellikle de bu zamanda, sadece dille (= sözle/sözde) Kelime-i Şehâdet’i söylemek, Müslüman olmaya ve Müslüman kalmaya “yetmiyor”!. Sadece dille (= sözle/sözde), Kelime-i Şehâdet’i söyl...

ZİKİR EHLİ

“Bilmiyorsanız, zikir ehline sorun.” (16/43.) = فَسْـَٔلُٓوا اَهْلَ الذِّكْرِ اِنْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَۙ Kimler bu zikir ehli ?!. Önce zikir (= ذكر) nedir?!. Allah’ı anma/hatırlama, “anlama”!, hatırlatma/anlatma. (= tezekkür .) Öğüt/İkaz. Öğüt/ikaz alma-verme. İbret alma. Uyarma. Kur’ân. Şan-Şeref (94/4.). Zeker (ذكر) : Erkek. Ünsæ (أنثى) : Kadın. Zikir, neyle/ne ile yapılır?!. • Dille.  • Akılla. • Kalple. • Tüm organlarla. Dille yapılan zikir : Tesbih (= Sübhânellah ), Tekbir (= Allah-u Ekber ), Tehlîl (= Lâ ilâhe illâ-l Allah ), Hamdele (= Elhamdülillah ), Havkale (= Lâ Havle ve lâ Quvvete illâ Billah ) diyerek, Akılla yapılan zikir : Bu sözlerin ne anlama geldiğini ve Allah’ın emir ve yasaklarını bilerek, Kalple yapılan zikir : Bu sözleri ve emir ve yasakları “sindirerek”!, Tüm organlarla yapılan zikir : Allah’ın emir ve yasaklarına göre yaşayarak = emirleri (= helâlleri) yaparak, yasaklardan (= haramlardan) uzak durarak, = Allah’tan başka bir ilâh kabul etmey...

OKUL ve DERS

Okul ve ders konularında blogumda, 8 Eylül 2025 ve 19 Şubat 2024’de birer yazı yazmışım. Bu yazı, örgün okul ve örgün dersten değil, yaygın okul ve yaygın dersten söz edecek. Örgün, resmî; yaygın, gayr-ı resmî demek. Gayr-ı resmî/yaygın okul, yaşamın/hayatın ta kendisi; gayr-ı resmî/yaygın ders de hayatta karşılaştığımız olaylar ve kişilerden okuduklarımız, dinlediklerimiz, gördüklerimiz. Resmî/örgün eğitim-öğretimde doktora seviyesine kadar okuyanlar bile, okuduklarını hayata aktaramıyorlarsa = okuduklarını hayatla buluşturamıyorlarsa, hayat okulunda okuyanların yanında çırak bile değillerdir. Öyle-böyle (= iyi-kötü, mal gibi, ot gibi), akılsızca/şuursuzca bir hayat yaşayanlar da, hayat okulunda çakanlar, o okuldan bitürlü diploma (= geçer not) alamayanlardır. Hayatta karşılaştığımız her iyi-kötü, güzel-çirkin, doğru-yanlış durumu doğru okuyup, onlardan doğru dersler (= hikmetler ) çıkaramayanlar, bomboş bir şekilde bu hayatın ön kapısından girmiş (= dünyaya gelmiş), arka kapısında...

ASIL ve FER'

Kelimelerin orijinal yazılımı Arapça : أصل و فرع; çoğul kullanımı Usül ve Fürû’ = اصول و فروع. İki kelime de İbrâhim Sûresinin 24. âyetinde geçer. “Görmüyor musun Allah nasıl bir örnek verdi?!. Hoş/temiz bir söz (= kelime-i tayyibe ), bakımlı bir ağaç gibidir. Onun aslı/kökü sabittir, dalları/fürû’ göktedir.” Asıl ve fürû’ meselesi, her disiplinin önemsemesi gereken bir mesele. Fıkıh (hukuk) çalışırken, fıkıh usûlüne; Tefsir (yorum) çalışırken tefsir usûlüne; Kelâm , Hadis , vb. çalışırken kelâm, hadis usûlüne dikkat etmek gerekiyor; aksi hâlde eksen kayması kaçınılmaz olur.  Ağaç, kök ve gövde olmadan (dalları üzerinde) durmaz, yaşayamaz; ama büyük ölçüde dallarına (dallarındaki yaprak ve meyvelere) bakarak tanınır. Din de böyledir. Dinin aslı (= dini ayakta tutan kök) Tevhîd = “ Lâ ilâhe illâ-l Allah’tır ; dalları (= fürû’) Fıkıh, Hadis, Kelâm, Tefsir, Tasavvuf . Dalları (= Fıkhı, Hadisi, Kelâmı, Tefsiri, Tasavvufu) asıldan (= Tevhîd’den = Lâ ilâhe illâ-l Allah’tan) koparırsa...

DE!. = SÖYLE!.

Qul = قل. Kâle / Söyle'nin emir kipi . Kitâb’taki kâle/قال’leri ve türevlerini saymaya kalktım, sayamadım. يقولون، تقولون، نقول، قلتم، قيل، قلنا، قل، قال، قالا، قالت، قالوا، قولا، قول، قولهم، قولنا، أقول، أتقولون، ليقولن، قائل، سيقولون، سنقول، قولكم، تقول، ... O dedi, o ikisi dediler, onlar dediler, B/biz dedik; onların demesi; karşılıklı demeler (= söz söylemeler); kavl = söz, sözleşme = mukâvele , ... Allah dedi = buyurdu = emretti; bize : qul! = de/yin! = söyle/yin! (= anlat/ın!) dedi; ama biz sustuk!. Kitâb’taki qul’ler! = de’ler! = söyle/yin’ler!, emir değil mi?!. Niye kimseye ve kendimize bişey demiyor, söylemiyoruz?!. Yoksa, O’nu muhatap almıyor, (hâşâ) O’nu ‘bişey’! yerine koymuyor muyuz?!. O’nu muhatap almazsak, O da bizi muhatap almaz. ... Meselâ, “Qul : Hüve-l Allah-u Ehad ” veya “ Qul : Yâ Eyyüh-el kâfirûn ” derken, kiminle konuşuyoruz?!. O : bize, Benim Bir/Ehad olduğumu kendinize ve başkalarına (Beni Bir’lemeyen ve Bana şirk koşan kâfirlere ve müşriklere) söyleyin,...

SÜRPRİZ

Sürpriz : Beklenmedik olarak başa gelen olumlu veya olumsuz olay ya da durum. Arapçada sürpriz müfâcee/مفاجأه. Fecee/فجأ : Bir olayın ansızın, birdenbire başa gelmesi. İnficâr/انفجار : Patlama, infilak. Bedâ (= بداء) kavramı da beklenmedik bir durumu ifâde eder. Özellikle takıyyeci şiîler bu kavramı çok sahiplenir ve ona yapışırlar.  Nedir bedâ?!. Allah’ın, ilim, irade ve tekvin/yaratma sıfatlarında değişmeler meydana gelebileceğini ifade eden kelâm terimi. (Bknz. TDV. İslâm Ansk. Bedâ maddesi .) Kelime, Kitâb’ta 30 kez geçer. Zümer, 47-48’deki bedee'ler/bedeâ’lar , görünme, ortaya çıkma anlamında. 47. âyette, o zalimlerin (bu dünyada) hiç hesaba katmadıkları şeyler, kötülükler (48. âyet) âhirette karşılarına çıkacak. Hiç hesaba katmadığımız (sürpriz) şeyler, bu dünyada da karşımıza çıkmıyor mu?!. İmam Câfer, kendisinden sonra, (7. İmam olarak) oğlu İsmail’in imam olacağını söylemiş, ama oğul İsmail, İmam Câfer sağken ölmüş; bu olayı İmam Câfer, bedâ ile açıklamış. Yâni, ben yanıl...

PRATİK

Amel . Uygulama. Bir düşüncenin (= inancın, imanın) hayata aktarılması. “ Lâ ilâhe illâ-l Allah ”, bir iman/inançsa, bu imanın/inancın hayata aktarılması = pratikte “görünmesi”! gerekiyor. Nasıl?!. Önce, bu imanın/inancın (= “Lâ ilâhe illâ-l Allah”) çokça zikredilmesi (= tekrarlanması); sonra da O Allah’ın emir ve yasaklarına uygun bir hayatın yaşanması ile. Pratiğe (= amele, eyleme, uygulamaya) dönüşmeyen inanç/iman, en azından “ bilkuvve/بالقوه imandır ”, “ bilfiil/بالفعل iman ” değil. Îkân Kesin, sağlam, şüphe/kuşku içermeyen bilgidir îkan. Kitâb’ta bu kelime, yûkınûn , mûkınûn , yakîn , müsteykınûn kalıpları ile 28 yerde/kez geçer. İman, ikân içermelidir. İkân içermeyen imanın, mü’mini eyleme/amele sevk etmesi güç.  Bakara 4. âyet , “ ve bi-l âhiret-i hüm yûkınûn . = Onlar kesin bir şekilde âhirete inanırlar.” der; ve bi-l âhiret-i hüm yü’minûn demez. Niye?!. İmanın (teorinin) ikâna (pratiğe) dönüşmesini ister. Allah-u A’lem , imanımız şüphe içerdiği için, hayatımız/yaşantım...

ÖZGÜR-LÜK

Özgür, özü gür; davranışları bi başkasından (Tanrı’dan bile?!) değil, özünden (= kendinden) neşet ediyor, demek. Tanrı’dan bile demem, benim sözüm değil, ateist (= Tanrı tanımaz) özgürlükçülerin sözü. İnsandaki özü, insan var etmedi ki!. Ayrıca, her insanın özü aynı değil ki!. İnsandaki öz, potansiyel (= bilkuvve ) olarak Tanrısal; fiilî (= bilfiil) olarak insanî. Her insan kendi özünü fiilî (= bilfiil) olarak kendi “yaratır = yapar”!. Tanrı, insanın özüne/içine = nefsine potansiyel (= bilkuvve) olarak taqvâyı ve fücûru koymuştur. = “feelhemehâ fücûrehâ ve taqvâhâ” (91/8.) İnsan, ya bunların birini tercih eder ya da ikisi arasında sürekli gider-gelir. Bu tercih ve gidiş-geliş, insandaki fiilî (= bilfiil) özü oluşturur. Böyle bakınca herkes farklıdır ve özeldir. Buradan kişilikler doğar. Modern akıl (= batı aklı) özgürlüğü keyfîlik (ve suflîlik ) olarak anlar, algılar. Oysa özgürlük, kişinin, özünde/kendinde hiçbir (dış) baskı hissetmeden (gönüllü ve vicdanî) fıtrat ına uygun davrana...

ŞÂN = شان

SübhâneKe duâsında geçen ‘ve Celle SenâüK ’teki senâ’ya, şân; Celle ’ye de yüce olarak = ‘Senin Şân’ın yücedir.’ anlamı verilir ve bu ibâre/ifâde, sadece cenaze namazında okunur. (Şân : Ün, övgü, nam, itibar, nitelik/vasıf, karakter. Celle : Azamet, ululuk, yücelik, büyüklük, celâl/iyet.) Cenaze, ölü; Allah, Ulu.  “ Küllü nefsin zéikat-ül mevt ; sümme ileyNâ türceûn. = Her nefs (= herkes) ölümü tadacaktır; sonra Bize döneceksiniz.” (29/57.) Ölümlü olanlar için (büyük) senâ (= övgü) olmaz. Büyük = Azîm Senâ, ölümsüz Olan içindir. Ölümlü olan için azamet, ululuk, büyüklük olmaz; Azamet, ululuk, yücelik, büyüklük, celâl/iyet, ölümsüz Olan içindir. Cenazeyi yaratan da yaşatan da öldüren de Kendisine döndüren de O’dur. Bu sebeple, ölümlü olanlar ilâh olamaz ve onlara “kulluk” edilemez. “ Lâ ilâhe illâ-l Allah .” Cenaze, bize bunu öğretir. Kalbi diri olanlar (= yaşayanlar) için “ölüm, en büyük ve en güzel nasihattir, derstir.” “Kişiye va’z olarak ölüm yeter.” Hadis-i Şerif. Hamd de sen...

CENNET & CEHENNEM

Kelime anlamıyla cennet, “gizli, saklı bahçe” demek. Cin, mecnûn ve cenîn de aynı kök. Cin/ler, görünmez varlık/lar. Mecnûn, aklı örtülmüş, aklı başından gitmiş, delirmiş. Cenîn, ana rahmindeki henüz doğmamış (görünür olmayan) çocuk. Cennet, “beklenen, özlenen ve çook güzel” olan bir yer; o yerde herkes mutlu ve huzurlu; her şey de “lezzetli”!. Cehennem, “sıkıcı, bunaltıcı ve çook acı verici” bir yer; o yerde herkes mutsuz ve huzursuz; her şey de “berbat”!. Cennet de cehennem de, “burada, bu dünyada” kazanılır; “dünya, âhiretin tarlasıdır.” Dünya, ûlâ; cennet ve cehennem, uhrâ/âhirettir. Ûlâ ile uhrâyı (= âhireti = ukbâyı) ‘zamansal ve mekânsal olmanın dışında’ birbirinden ayırmamak gerekiyor. Bu ikisi (= dünya ve ukbâ), “düz bir çizgi”! gibidir. Önemli olan, bu çizginin yönü (= istikâmeti). Sırât-ı müsteqîm üzre olanların yolu, cennete; ötekilerin yolu, cehenneme çıkar. Cennete, Allah’a ve Rasûlüne itaat edenler; cehenneme, Allah’a ve Rasûlüne isyan edenler girecek. Cennettekiler, Neb...

BORÇ

Borç : • Geri verilmek üzere alınan para veya mal. • Üstlenilen görev veya sorumluluk. Ailemi geçindirmek, boynumun borcudur, gibi. Borç, Arapçada iki kelime ile karşılanır : Deyn ve Karz .  (دين / قرض.) Dinin, deynden türediği de söylenir. Din, Allah’a olan borcumuzu ödemenin yolu = Allah’ın istediği şekilde yaşama. Bu yazı, karz hakkında olacak. Karz (= borç), fıkıhta etraflıca tanımlanmış. Bu yazı, karz-ı hasen’i ele alacak. Karz-ı hasen , Kitâb’ta altı yerde, 2/245, 5/12, 57/11, 57/18, 64/17, 73/20 geçer. Hasen , güzel demek; karz-ı hasen, güzel borç. Güzel borç, nasıl olur?!. Allah’a (= Allah rızası için) verilen = borçludan geri alınmayan borçtur. Verdiklerimiz, Allah’tan (borç) aldıklarımızdır. Bu yüzden onlara ihtiyacımız yoksa, vermeliyiz, biriktirmemeliyiz. Budur, karz-ı hasen. Verileni, başa kakmadan verme de; alırken, borçluyu sıkıştırmama da karz-ı hasendir. Tegâbun Sûresindeki karz-ı hasen , 14. âyetten itibaren bağlama dikkat ederek okunur-anlaşılırsa, bunun “...

ZEKÂ

Arapçada zekâ, iki şekilde yazılır : ذكى/ ذكاء ve زكى/ زكاة. İlki, anlak , bellek , akıl ; ikincisi, temizlik , saflık , zekât . Zekâ (akıl) da zekât (verme) ile temizlenir. = Zekât (verme) aklı/zekâyı da temizler. Vermenin bi çook türü var. Mal verme, bilgi, ilgi ve sevgi verme... Zekî adamlar, veren; ahmak adamlar, biriktiren adamlardır.  Verileni verme, tebliğdir. Verme, ilgilenme veya ilgi göstermedir. İlgilenmeyene müstağnî denir. Abese Sûresi ilk 10 âyet, ilgi ve bilgi ile ilgilidir. Efendimiz bu konuda uyarılmıştır. Sen, Seninle (= Sana indirilen bilgi ile) ilgilenen kişiyle değil, Sana (= Sana indirilen bilgiye) ilgi duymayan (= Seninle ilgilenmeyen) kişi ile ilgileniyorsun!. (= Yanlış yapıyorsun!.) Seninle (= Sana indirilen bilgi ile) ilgilenmeyen kişiden, Sen sorumlu değilsin ki!. = “ve mâ aleyke ellâ yezzekkâ!.” (80/7.) Sen, Seninle (= Sana indirilen bilgi ile) ilgilenen kişi ile ilgilen!. (Bknz. 80/8-10.) Ama Sen, ısrarla Seninle (= Sana indirilen bilgi ile) ilgilenmey...

HABER

Haber, dün (= geçmiş), bugün (= şimdi) ve yarın (= gelecek) hakkında verilen bilgidir. Arapçada isim cümlesinin ikinci öğesidir : mübtedâ ve haber . Ali, akıllıdır. = على ذكى  Ali, mübtada; akıllı, haber; Ali’den haber veriliyor. Kelimeyi keskin ze (ز) ile على زكى şeklinde yazarsak, Ali, temizdir. Dünden haber veren tarihtir; tarih, ders (= ibret) almak içindir; gelecekten haber veren dindir, din, (kıssalarla) geçmişten de haber verir. Kâhinlerin ve fütüristlerin gelecekten haber vermesi, kesinlik içermez, tahminden öte geçmez. Din, ilâhî bilgiye dayanarak, gelecekten haber verir. Gelecekten haber vermek, hayatî bilgiyi vermektir; çünkü gelecek, gelecektir ve kaderdir. Gelecek bilgisi, bugünü “belirleyen” bilgidir. Şöyle şöyle yaşarsanız, şöyle bir gelecekle karşılaşacaksınız; gelecek, başınıza gelecek ve hiç bitmeyecek. Gelecekte ne olacağını bildiğimiz hâlde, şimdiden ona göre yaşamamak ve gelecekte olacakları bilenlerin uyarılarına kulak vermemek, -- a) bilen ve bildiren açısınd...

TUZAK

Tuzak : 1. Hayvanları yakalamak (= öldürüp yemek) için kurulan düzenin/düzeneğin adı. 2. Birini veya bir topluluğu (= milleti) güçsüz düşürmek için planlanan (oynanan) oyun.  Akıllı olanlar tuzak kurar; akılsızlar da kurulan bu tuzağı fark edemez ve kurulan tuzaklara çok kolay düşer. Tuzak/lar içinde tuzak/lar kurulabilir. “ve mekerû, ve mekerallah, vallahu hayrul mâkirîn.” (3/54.) İslâm dünyası, neredeyse 1000 yıldır İslâm düşmanlarının kurduğu (ekonomik, siyasî/diplomatik, kültürel, askerî, vb.) tuzakları fark edemiyor ve bu tuzaklara çok kolay düşüyor. Son tuzak da 9 Ekim 2025’de kuruldu, bu hafta 13 Ekim 2025’de Şarm el Şeyh’de resmiyete kavuştu. Daha önceki tuzaklar ( 17 Eylül 1978, Camp David . 13 Eylül 1993, Oslo . 1995, II. Oslo . 17 Ocak 1997, Hebron ) Filistinliler ve Araplar için kurulmuştu; bu tuzak, Türkleri = Türkiye’yi de kapsıyor.  Unutmayalım! Trump başkanlığında imzalanan bu anlaşma da tuzaklarla dolu. Bunu İsrailli milletvekiller ( Aymen Odeh ve Ofer...

BOP

Büyük Ortadoğu Projesi , bir daha aslâ 1187’de Selahaddin Eyyûbî’nin Hattin ’de ve 1973 ’de Suriye ve Mısır ’ın Yom Kipur ’da haçlıları ve siyonistleri yenmesi gibi bir “felâketin” yaşanmaması için tasarlanmış bir projedir. Biraz açayım. BOP, Ortadoğu’daki tüm ülkelerin, İsrail’in varlığına bir tehdit oluşturmaması için uygulamaya konmuş bir projedir. 1973’de Yom Kipur’da İsrail yok olmak üzereydi. ABD , İsrail’e atom bombası ve destek verdi; bu desteği de hâlen sürüyor. İsrail için “muhtemel bir tehdit” oluşturan Türkiye , bu proje ile “ehlîleştirilmek” isteniyor. İran’a saldırı = İran’ın güçten düşürülmesi ve nükleer güç elde etmesinin önlenmek istenmesi de; diğer ülkelerle yapılan İbrâhim anlaşmaları da bu amaca mâ’tuftur.  BOP’un amacı, Ortadoğu’da İsrail’e “yan bakan” hiçbir gücün kalmamasıdır.

PROJE

Proje : Bir işin gerçekleştirilmesi için yapılması düşünülen tasarı. Bir çook proje var. Her proje, büyüük bir projenin parçasıdır. BOP da = Büyük Ortadoğu Projesi de böyle bir projedir. Nasıl bir Ortadoğu istenmektedir?!. Tüm fizîkî (= hammadde = petrol, vb.) ve bedenî-mâlî, fikrî kaynakları ile küresel kapitalist sisteme entegre olan ve koşulsuz destek veren bir Ortadoğu. Ortadoğu’da büyük ölçüde İslâm (ve Müslümanlar ) var. Bu proje, İslâm’ın ve Müslümanların Tevhîd bilincini öldüren = öldürmeyi amaçlayan bir proje. Bu proje de geçmişin “ yeşil kuşak projesine ” benzeyen ve onu destekleyen (= tamamlayan) bir projedir. Bu projenin “patronları, mimarları-mühendisleri”, küresel kapitalistler ; uygulayıcıları ve yüklenici müteahhitleri de “ siyasal ve modernist islâmcılardır .”!. Bu proje, “Lâ ilâhe illâ-l Allah, Muhammed-ur Rasûlüllah’ın = Kelime-i Şehâdet’in = Tevhîd’in” özüne/ruhuna terstir. İslâm dünyasında modern eğitim-kültür, sanat ve edebiyat da bu projeye hizmet etmek üzere t...

HAYAT SERÜVENİMİZ

Ana-babamızı, cinsiyetimizi, doğum yerimizi biz seçmiyoruz; nerede ve ne zaman öleceğimizi de. Pekiî ne olacağımızı, nereye (= hangi konuma, makama) geleceğimizi?!. ... Mûsâ (a.s.)’ın hayatı üzerinden bizim bu sorumuza Rabbimiz cevap veriyor. Mûsâ (a.s.)’ın sandığa konularak Nil nehrine bırakılması, Firavun’un sarayında büyümesi (= büyütülmesi), gençliğinde bir Kıptî’yi öldürmesi ve Medyen’e göç etmesi (= kaçması), orada Hz. Şuayb (a.s.) ile karşılaşması, 8-10 yıl hizmet (ve tedrisât = eğitim) karşılığında Onun kızlarından biri ile evlenmesi, bu sürenin sonunda, Mısır’a dönüş yolunda Tûr dağında Rabbi ile “konuşması” (= görüşmesi) ve İsrailoğullarına Elçi (= Peygamber) olarak gönderilmesi,... Bu görüşmede Rabbi Mûsâ (a.s.)’a : “... sonra takdirimiz gereği şimdi buradasın ey Mûsâ!.” =  ثُمَّ جِئْتَ عَلٰى قَدَرٍ يَا مُوسٰ 20/40.) diyor. “Takdirimiz gereği buradasın.”; önceden başına gelenler de takdirimiz gereği idi, Senin tercihin değildi!. Pekiî, Mûsâ (a.s.)’ın (ve insanın, bizleri...

ALLAH

Allah : Tek (ve Yek) İlâh’ın, El-İlâh’ın Özel İsmi. Lafza-i Celâl. Bizler Bu iki heceli İsmi söylerken (= zikrederken), ilk hecede (= Al), nefes alır; ikinci hecede (= lah), nefes veririz; tersi de geçerlidir. İlk hecede (= Al) nefes verirsek, ikinci hecede (= lah) nefes alırız. Nefes alma ve verme, çook kısa süreli ölme-dirilmedir. Allah (c.c.), Yuhyî ve Yumîd’dir = Öldüren ve Dirilten’dir. Allah İsmindeki bu iki hece söylenirken = bu sesler çıkarılırken (= mahreç); ilk hecede dil, üst damağa değer ve ses tutulur; ikinci hecede dil ve ses, serbest bırakılır. Allahümme Allahümme (= اللهم), (Ey) Allah’ım demek. Kelime, Kitâb’ta dört (= 5/114. 8/32. 10/10. 39/46) yerde geçer. Allahümme, Allah’ı “sahiplenmek!, benim Allah’ım” demektir. Benim Allah’ım, senin de Allah’ın, hepimizin de Allah’ı. Ben, sen, biz (= hepimiz), Allahümme derken; Allah da bize acaba! : ‘Benim kulum’ diyor mudur?!. Diyor. = “qul : yâ ıbâdî... = ...قل يا عبادى”  (Bknz. 29/56. 39/53.); ama biz O’nun Sesini "duymuy...

OKUMA

Okuma  =  Kıraat. Hâlâ okuyor musun?!. Okuyorum. Bitmeyecek mi bu okuma?!. Bitmez. Çünkü okuma, bitmeyen bişeydir. ... İki tür okuma var : Sesli okuma ve sessiz okuma. Sesli okuma, okunanın seslendirilmesi; sessiz okuma, sesi içeri verilmesi. Ses nedir?!. Varlıktaki titreşim, devinim. Her varlık ses verir; verdiği sesle de ‘ben buradayım ve buyum’ der. Sesli okuma, varlığın sesini dışa verme; sessiz okuma, o sesi, sadece kendimizin duymasıdır. Sese âhenk (nağme) verme, sesi/sesleri düzene sokma, müzik yapmadır. Varlığın her bir “parçasındaki” ses, (genel) varlığın sesi ile uyumlu olursa, ortaya ‘iyi bir müzik/beste’ çıkar; aksi, uyumsuzluk veya kakofonidir. ... Kur’ân okumada da benzer bir durum var. Kur’ân, varlığın doğal ve uyumlu sesini bozan insanoğluna, uyumlu ve düzenli bir ses vermek = insanoğlunun varlıkla uyumlu ve düzenli bir ses çıkarması için indirilmiştir. Din, düzendir. Kur’ân, hayatı düzene sokmak (= düzenlemek) için okunur; ‘sevap ka...

İNSANIN GELİŞİMİ

Tekâmül. Kemâl (= insan-ı kâmil olma) yolculuğu. İnsanoğlu, beden, duygu ve düşünce varlığıdır. Bedenî (= hormonal) bir rahatsızlığımız yoksa, beden gelişimimiz doğaldır, elimizde/irademizde değildir; ama duygu ve düşünce gelişimimiz elimizde/irademizdedir. Aslında, duygunun gelişime pek de ihtiyacı yoktur; çocuk kalmak, çok daha iyidir; ama düşünce gelişimine çook ihtiyacımız vardır. İnsandaki duygunun merkezi kalp; düşüncenin merkezi ise akıldır. Düşüncemiz gelişmezse (= akıl bâliğ = erişkin olamazsak), duygumuz da (= kalp de) donuklaşır = katılaşır ve meseleleri (= olup-bitenleri) doğru anlayamayız. Bizi imana düşünce taşır; iman da kalbimizi yumuşatır. “...feveylül lil gâsiyeti qulûbühüm... kalpleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun!...” (39/22.) “Allah’ın, göğsünü İslâm’a açtığı kimse, Rabbinden bir ışık (= nûr) üzerinde olmaz mı?!. Öyleyse Allah’ın Zikrine karşı kalpleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun!. İşte onlar, apaçık bir sapkınlık içindedirler.” اَفَمَنْ شَرَحَ اللّٰهُ ...

İSMİ LÂZIM DEĞİL

Bu yazı ile sizi biri ile tanıştıracağım, ama ismini vermeyeceğim. O biri : Neredeyse elinden her iş gelen biri. Bi çok şeyi, en az uzmanı kadar, belki de uzmanından daha sağlam bilen biri. Çoğu zaman yaptığı işlerden ücret almayan biri. Ücret aldığında da, o ücretin çok azını kendine, çoğunu başkalarına harcayan biri. Üzerinde hiç mülkiyet olmayan biri. Ne evi var, ne de arabası. Neredeyse üzerine hiç yeni kıyafet almamış biri. Kıyafetleri ikinci el, pit pazarı malı. Bunlar eskiyince, onları kendi tamir ediyor.  Kendi ekmeğini evinde kendi yapıyor.  Ev eşyaları çok az, olanlar da “antika”; onlar bozulur ya da kırılırsa kendi onarıyor. Dünyanın ve âhiretin ne olduğunu çok iyi, en azından benden iyi biliyor.  Geçen ay, ki sıcakların 40-45 °C bulduğu günlerdi, ev sahibi ile kirada anlaşamadılar; ev değiştirmek zorunda kaldı. -- Fazla kira vermemek için “kenar semtlerde” oturuyor. -- Taşınırken, eski/25-30 yıllık olan buzdolabı bozulmuş, artık tamiri mümkün olmamış, o sıcakl...

KULLUK BAĞLAMINDA MÜSLÜMANIN 24 SAATİ

Günümüz Müslümanın kulluk algısı, namazla sınırlı; çoğu Müslüman da zaten beş vakit namazı bile kılmıyor. Beş vakit namaz, bir Müslümanın 24 saatinin (= gününün) azamî 2 saatini alır. Geri kalan 22 saatin 8 saati uyku; geriye 14 saat zaman kalıyor. Bu 14 saatte kime “kulluk” eder bir Müslüman?!. Namazı “hakkıyla” kılan, Allah’a; kıl(a)mayan ise, “başkalarına”!. Pekiî bu başkaları kim/ler?! Tağutlar. (= maddî ve manevî putlar.) Tağut : Azgın demek. Kubbealtı Sözlüğü, tağutu şöyle karşılıyor : (ﻃﺎﻏﻮﺕ)  i. (Ar. ṭāġūt ) Şeytan, put vb. Allah’tan başka tapınılan her şey. Şa’bî’ye, Haccâc-ı Zâlim için, Mü’min midir, diye sormuşlar, “Evet (o), tâğūta mü’mindir, şeytana îman edenlerdendir.” demiş. (Fâik Reşat) Azgın, Allah’ın emrinden çıkan herkestir. Bir Müslüman, namaz ve uyku dışındaki 14 saatini Allah’ın emrine göre geçirmiyor veya Allah’ın emrine göre geçirmeyen birilerine itaat ederek geçiriyorsa, günün sadece 2 saatinde (= namazlarda) Müslümandır; geri kalan saatlerde ya azgındır ya...

KİTAP ve HAYAT

Kitap, okunur; hayat, yaşanır. Hayattan kopuk kitap, Don Kişotvârî (Don Quijote) bir hayattır. Miquel de Cervantes, okuduğu kitapları hayat zannetmiştir. Oysa hayat, onun anladığı anlamda bir kitap değildir, o tip şövalyelikler, hayata yabancıdır. Hayatta şövalyelik (= kahramanlık) kadar biteviyelik de (= sıradanlık, yeknesaklık da) vardır. Kitap, hayattan (= realiteden) kopuk okunmamalı; hayat da kitaptan kopuk yaşamamalıdır. Bunu en iyi, en güzel yapan (= yapmayı amaçlayan) Kitâb, Kur’an’dır. Oysa biz O Kitâb’ı = Kur’an’ı, (Don Quijote gibi) hayattan kopuk okuyoruz. Ve, Onu okuyunca, Don Kişotvârî (olağanüstü!) işler olsun diye bekliyoruz. Kur’ân, (diğer kitaplar gibi) yaşanan hayattan kopuk (sevap kazanmak için!) okunmaz; okunursa, anlaşılmaz; O, yaşanan hayata yön, değer ve anlam vermek için okunur. O, hayat Kitâb’ıdır. Hâşâ, masa başında yazılmış bir kurgu (kitabı) değildir. Yazıyı, Âkif’in “Kur’an’a Hitap” şiiri ile noktalıyorum. “İbret alınmaz her gün okuruz ezbere de; Bir ibret...

YOLUN ÇATALLANMASI

“ihdinâ-s sırât-al müsteqîm. = Bizi doğru yola ilet!.” (1/6.) Yolu bulmak ve yolda kalmak zordur.  Yol bulununca, başta iyi niyet ve samimiyetle “hedefe doğru” yürünür. Bizi hedefe ulaştıracak araçlar oluşturulur, ve onlar bu hedef (= amaç) için kullanılır. Nedir bu araçlar?!. Devlet, parti, dernek-vakıf, medya (= dergi-gazete, radyo-tv, internet medyası/sosyal medya da dâhil), cemaat, tarikat, mal, mevkiî-makam, vs. Yolun çatallanması, bu araçların kişisel (kabîlesel, ülkesel) menfaat için kullanılmaya başlanması ile olur. “Sonra, ant olsun ki onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım ve Sen onların çoğunu şükrediciler olarak bulamayacaksın.” (7/17.) Çatal (= çakal, şeytan) tuzağına düşmekten bizi ne korur?!. Hedef (= dâvâ) bilinci. Bu bilinç unutulursa veya ikinci plana itilirse, çatallanmanın önü açılır. Hedef (= dâvâ) nedir?!. Îlâ-i Kelimetullah. = Allah’ın Kelimelerini (= Dinini) yüceltmek. Efendimiz Medine İslâm Devletini de bunun için kurmuştu. ...

ATEİSTLERİN ARGÜMANLARI

Ateist, Tanrıtanımaz. Argüman, iddia, tez, delil. 1. Ateistler : Madem Tanrı var, niye size yardım etmiyor; sizin bu hâlinizi (= perişanlığınızı, size yapılan zulümleri, vs.) görmüyor mu?!., diyorlar. Onlar, Tanrı’ya inanmıyorlar, Tanrı (falan) yok, bunu siz uyduruyorsunuz, diyorlar. 2. Doğa (= madde) sonsuz çeşitliliği ile iş görmeye devam ediyor; doğa, bir sonuç/eser değil, sebeptir/nedendir, yaratılmamıştır; bu yüzden bir yaratıcı/sı da yoktur, diyorlar. vs... Onların tüm argümanları temelde bu iki maddede toplanabilir. Önce ilkini ele alalım. Batı, uzun yıllar din (mezhep) savaşları yaşadı. Her iki taraf da Tanrı adına birbirlerinin canına kıydı. Engizisyonlar kuruldu. Lizbon depremi oldu, 100.000 kişi öldü. Üstelik bu deprem, katoliklerin Azizler gününde (1 Kasım 1755 Cumartesi) oldu; kiliseler, katedraller, bazilikalar, Tanrı'ya yalvaran (= ibâdet eden, âyin yapan) insanlarla doluydu... Tanrı’nın varlığının sorgulandığı yıllar başladı. Özellikle Voltaire ve Kant, bu depre...