YOLCULUK

“Nereden geldik, nereye gidiyoruz?!.” sorusu insanlığın temel, ontik sorusudur. Çoğu insan bu soruyu sorar ama buna esaslı bir cevap bulan (sanırım) azdır. Bu yazı, bu soruyu, bu sorudaki yolculuğu esas alacaktır.

Düz mantık (= eğitilmemiş, terbiye olmamış zihinler), bu soruya “yolculuğumuz, topraktan toprağadır.” (= toprak andan toprak anaya), veya ‘doğumdan ölüme’ şeklinde cevap verirler. Bu cevap, buradaki (= dünya içindeki) yolculuğun başlangıcı ve bitişidir. Haa!, tabii ki de dünya dışı yolculuklar da var. Aya, uzaya yolculuk gibi, ama bu yolculuklar da yukarıdaki esaslı, ontik soruya bir cevap olmuyor.

...

Ruhbilimciler (= psikologlar), teologlar, filozoflar hep bu sorunun peşinden koşmuşlar; hâlâ da koşmaktadırlar. Dinden başka hiçbir bilgi kaynağı bize doğum öncesi ve ölüm sonrasına dair esaslı/sahici bilgi verememekte; çünkü bu iki alan, bizce gaybın (= bilinmeyenin) alanına girmekte.

Otto Rank, ki daha önce adı geçti, insanı doğuma kadar götürmekte (= ‘doğum travması’ kitabı) ama daha geriye ve ölüm sonrasına gidememekte. Nietzsche’nin en yakın dostu, filolog Erwin Rodhe ise, ‘Psykhe’ adlı yapıtında Yunan’da ve Miken’de ruhun izini sürerek, ileriye (= ölüm sonrasına) giderek bu soruya yanıt aramakta...

...

Din (= İslâm = İlâhî Vahiy) bu konuda ne demekte?!.

Bakara Sûresi 30 ilâ 39. âyetler başta olmak üzere; A’raf Sûresi, 10 ilâ 25. âyetler; [ve bşk.] bize bu konuda ışık tutar.

Allah, insanı (= bizi) yaratmayı dileyince, meleklerini toplar ve onlara : “Ben arzda (= dünyada, “Kendime”!) bir halife (= vekil!) yaratacağım, veya “tür olarak son yaratacağım türü = insanı” (halife, aynı zamanda sonra/sondan gelen demek) yaratacağım.” dediğinde, melekler : “orada kan dökecek ve fesat çıkaracak birini mi?!”, diye cevap verirler.

Âdem (= insan türü, bizler), halifeliğe hazırlanır, ona tüm isimler öğretilir (= insan bilgi ile donatılır; ona orada (= dünyada ve cennette) ne yapması gerektiği bildirilir = alleme); Âdem, meleklerle “bilgi yarışına sokulur”! ve sonunda melekler Âdem’e secde ederler; iblis hariç.

(Sonra), Âdem ve Eşi, denenmek için yasak ağacın da bulunduğu cennete konulur; onlara denir ki her istediğiniz şeyi yapın ama yalnız şu (yasak) ağaca dokunmayın!. İblis (= şeytan) orada onu/onları (= Âdem’i ve Eşini = bizleri) kandırır. Gerekçesi de A’raf 20. âyettedir : “Siz ikiniz (= Âdem ve Havva), iki melek olmak ve ebedî (= sonsuz), ölümsüzce yaşamak istemez misiniz?!.” Yemin de eder : “vallahi doğru söylüyorum!. = fekâsemehümâ!...” (7/21.)

Âdem ve Eşi Havva, şeytana kanınca = Rablerinden öğrendikleri bilgiye güvenmeyince = Rablerinin Emrini dinlemeyince = o yasaklanmış ağaca yaklaşınca, “gerçeğin”! (= kendilerinin = çıplaklıklarının) farkına varırlar ve kendilerini = çıplaklıklarını cennet (= ağaç) yaprakları ile örtmeye çalışırlar; ve Rablerine pişmanlıklarını arz ederler = tövbe ederler (2/27) ve “Rabbenâ zalemnâ enfüsenâ...” (7/23.) derler. Rableri (= Rabbimiz) de onların (= bizlerin) tövbesini kabul eder ama tekrar denemek için dünyaya gönderir. = hubût. (= ihbitû minhâ cemîan 2/28.) Orada yine (de) size (sizin peşinizden) Rehber/ler (= Elçi/ler ve Kitâb/lar) göndereceğim, kim Onlara uyarsa, onlara korku ve hüzün olmayacak; uymayanlar da mahvolacak, yanacak = ateşe atılacak; denir. (2/27-29.)

Korkunun ve hüznün olmadığı yer, cennet; öbürü de cehennemdir.

Yolculuk, cennetten başladı; ya tekrar cennette ya da cehennemde “son” bulacak; ama bu “son”, son değil; oralardaki yolculuklar, oraların kendi içindeki yolculuklar olacak...

Allah-u A’lem. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET