BİLMEK ve OLMAK

Hakikatin bilgisine yaratılmış olan hiç kimse tam olarak ulaşamaz. Herkesin hakikati kendinedir. Bu, hakikatin kendisini izâfî/göreceli kılmaz; bizim hakikat bilgimizi izafî kılar.

Kişi, bildiği kadar, bilgisi oranında olur; kimse, tam olamaz. Tam (= Samed) Olan, sadece Allah Teâlâ’dır.

Bilmeden, olmaya giden yol da iradeden geçer. Her bilen de iradesini her zaman  doğru ve tam kullanamaz. (Cüz’î ve Küllî irade meselesi.)

Lâ ve illâ

Kişinin bişeyi reddi ve kabulü, hem içsel hem dışsal faktörlerden etkilenir. Red ve kabulü, içerde ve dışarda etkileyen biçook unsur vardır. Reddedilen ve kabul edilen “şey”!, hem içerde hem de dışardadır. = Dışardakine evet diyerek içeri alırız; içerdekine hayır diyerek dışarı atarız.

Hiçbir ilâha evet demeyen, tüm ilâhlara hayır demiş olur. = Tüm ilâhlara hayır diyen, hiçbir ilâha evet demiş olmaz. Tüm ilâhların içinden sadece bir ilâhı seçmiş olan, ilâhlar arasından birini tercih etmiş (= demokrat davranmış), birine evet demiş, yetki vermiş, öbürlerini dinlenmeye ve muhalefet etmeye bırakmıştır. Ama, sadece bir İlâh var, başka ilâh (falan!) yok (= Lâ ilâhe illâ-l Allah) diyen bir adam, başka ilâhların yokluğunu kabul etmiş = başkalarına ilâhlık payesi vermemiş, onlara lâ/hayır demiş, onları reddetmiş ve İlâhlığı Bir Tek İlâh = El-İlah olan Allah’a tahsis etmiştir.

...

Bişeyi, birini içsel (= düşünsel, ruhsal vb.) olarak kabullenemiyorsak = o şey, o kişi, bize zor geliyorsa, reddeder, inkâr ederiz; kolay kabullenebiliyorsak da tasdik ederiz. İnkâr, için dışa, dışın içe uyumsuzluğu; tasdik, için dışa, dışın içe uyumudur. “Lâ ilâhe illâ-l Allah” diyen biri, gönülden (= kalbi ile tasdik ederek) “Lâ ilâhe illâ-l Allah” demiş olur. Bu Söz’ü söyleyen biri, içinde ve dışında herhangi bir (ruhsal) çatışma yaşamaz. İman, içerdeki ve dışardaki emniyettir, tam bir huzur ve güvendir. İnanan için, musibet (= kötülük) gibi görünen şeyler de bir/er emniyettir ve inandığı İlâh’ın izniyledir. “mâ esâbe min musîbetin illâ bi iznillah...” (64/11.)

...

Levm

Kınama. Kelime, Kitâb’ta 14 yerde geçer. Nefs-i Levvâme. Levmete Lâim gibi deyimlerin yanında melûmîn ve LVM fiilinin formları olarak da kullanılır. İnanan, kendini (= kendi nefsini), kendi yapıp-etmelerinden dolayı kınamadığı gibi, başkalarının onu kınamalarına da aldırmaz. Bu, kişinin hem kendine hem de Rabbine tam güveninin alâmeti/işaretidir. İman, kişinin kimseyi ve kendini kınamaması için kişiye bahşedilmiş (= hediye edilmiş) çoook büyük, en büyük ilâhî ikramdır. İman, kişiyi her türlü suçluluk duygusundan (= her türlü ruhsal/psikolojik patolojilerden/hastalıklardan) uzak tutar, korur.

İman, gönülden olmazsa, bizim dahlimiz olan (veya olmayan) bir suçu Tanrı’nın üzerine atarız; gönülden olursa, suç bizim olur ve O’ndan af diler, O’na tövbe ederiz, O’nu hiçbir zaman “suçlu”! addetmeyiz. Suçlu veya kendisine kötülük addedilen bir ilâha güvenilmez = iman edilmez. İman, bizi suçtan ve suçluluk duygusundan korumak, bizi tertemiz ve “sağlıklı” kılmak içindir. İmanın, iman Edilen Gerçek Bir Tanrı’ya hiçbir faydası yoktur/olamaz. = Kendisine iman edilen bir Tanrı’nın hiçbir şeye ihtiyacı olmaz, olmamalı; muhtaç bir Tanrı, Gerçek Bir Tanrı olamaz.

...

Bilgi, İrade ve Eylem

Bilgi, kişide iradeyi canlandırıp güçlendirerek onu eyleme sevk etmiyorsa, kişiye yüktür. Bilgisiz kişiler, hayvanlar gibi hevâ ve hevesleri (= içgüdüsel arzuları = libidoları) ile hareket ederler.

Doğru bilgi : Doğru irade ve doğru (= sâlih) eylemdir.

Buradaki bilgiyi, imanla da yer değiştirebilirsiniz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET