PARÇALANMA

Bu parçalanma, bedenen/zâhiren değil, bâtınen. (= duyu, duygu, akıl ve kalben.) Duyu, duygu, akıl ve kalbin bedende belli bir “yerleri” vardır. Duyular : göz, kulak, dil, burun ve deride; duygu : kalpte; akıl : beyinde yerleşiktir. Kalpte yerleşik olan neyse, diğer bütün fonksiyonlar ona göre ve onun hizmetinde çalışırlar. Kalp, merkezdir; (ma’nevi) kalp krizi, bu fonksiyonların uyumsuzluğundan, parçalı, çatışmalı, düzensiz çalışmasından ve onların bu çalışmalarına kalbin onay vermemesindendir.

Kalp, görmeye onay vermezse, bakma olur, görme olmaz. Kalp, işitmeye onay vermezse, duyma olur, işitme olmaz. Kalp, onay vermezse, dokunma olur, hissetme olmaz. Kalp, onay vermezse, bilme olur, anlama, idrak etme ve inanma olmaz... ve ortaya kâmil bir ahlâk da (= sâlih ameller de) çıkmaz.

...

Tüm bu fonksiyonlar, dayanışma içinde ve uyumlu çalışırlarsa, gören, iyi (= güzel, doğru) görür; duyan, iyi (güzel, doğru) duyar; tadan, iyi (güzel, doğru) tadar (haz/keyif alır)... ve kişi, bunları kendine Veren Rabbine şükreder = hamd eder, kulluk eder. İnsanın kemâli, ancak ve ancak bu şekilde mümkündür. İslâm, insanı içerde ve dışarda parçalamaz ama İslâm’dan uzak insan, parçalanmış insandır.

Aklı, duyulardan (duygulardan = kalpten, bedenden) kopararak bağımsızlaştırırsak, ya Yunan’ın ve modern bilimin yaptığı gibi onu yüceltir ve tanrılaştırmaya kadar götürürüz; ya da Hind’in ve doğunun (bazı tasavvuf ekollerinin?!) yaptığı gibi aşağılar, değersizleştiririz. Her iki hâl de, insan için birer savrulmadır, ifrat ve tefrittir, şeytanîdir, insan fıtratına (= yaratılışına) uygun değildir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET