ALIŞ-VERİŞ

Alış-veriş deyince, aklımıza para harcamak, para vererek bişeyler (mal ve hizmet) almak geliyor. Eskiden para yokken mal verip, mal ve hizmet alınırdı, bunun adına da trampa denirdi. Ben bu alış-verişi iki adım öteye taşıyacağım. İlk adım, nefes alış-verişi; ikinci adım, hayat alış-verişi (= doğum ve ölüm). O hâlde üç çeşit alış-verişten söz etmiş olacağız ama başarabilirsek, bu üçünü birbirine bağlayacağız.

Normal ticarî alış-verişte, alan var, veren var; alınan var, verilen var. İki ayrı kişi (= alıcı ve satıcı) ve iki ayrı şey (para, mal ve hizmet) var; hem alma hem de verme var.

Nefes alış-verişinde, alan da alınan da; veren de verilen de aynı kişi (ben veya sen) ve aynı şey (hava/nefes). Bu hava (= nefes) kimden alınıyor, kime veriliyor?!. Havadan havaya. Atmosferden atmosfere!... Bu, bizi tatmin edici bir cevap mı? Hayır.

Üçüncü tür alış-veriş, hayat alış-verişi. Doğarken (daha anne karnında iken) bir hayat alıyoruz ve bu hayatı 70-80 yıl taşıyor = kullanıyoruz; sonra da veriyoruz = ölüyoruz.

Bu hayatı kimden alıp, kime veriyoruz?!.

Bu hayatı alırken, aldığımız Kişi’de (= O’nda) bir eksilme oluyor mu; oluyorsa, biz o hayatı geri verince mi, o eksiklik tamamlanıyor?!.

Hayır. O bize hayatı verirken, O’nda zerre eksiklik olmadığı gibi; biz O’na o hayatı geri verince de O’nda zerre artma/fazlalık olmuyor = oluşmuyor. O, Es-Samed. Tanrı olmak demek, böyle “bişey” demek olsa gerek!.

Pekiî bu nasıl bir alış-veriş; alırken nasıl almalı, verirken nasıl vermeli?!.

Karşılıksız bir alış-veriş mi?!. Rablık ve abdlık (= kulluk) alış-verişi!.

Aldığımız her şeyi Allah’tan “alıyormuşuz gibi” almalı, verdiğimiz her şeyi Allah’a “veriyormuşuz gibi” vermeliyiz!. O’ndan aldığımız hiçbir şeyi “sahiplenmemeliyiz”!.

Mülk O’nun. = Le-Hü-l Mülk.

Bizler, en nihayetinde alırken O’ndan alıyoruz ama O’na bişey vermiyoruz, O’nun bişeye ihtiyacı yok; O’nun için bişeyleri O’nun muhtaç kullarına veriyoruz.

O, doğrudan Kendisi veremez mi?!. Verir; ama O, biz kul-larını kul-llanarak vermeyi murat ediyor. O, bize nasıl “hissettirmeden, nazikçe ve başa kakmadan” veriyorsa, biz de muhtaç kullarına bişeyler verirken “hissettirmeden, nazikçe ve başa kakmadan” vermeliyiz.

...

O’ndan aldığımız ödünç hayatı “nazikçe, çook kolay” verebilmemiz (= ölebilmemiz) de buna bağlı. O hayatı “kirli, kirletmiş” bir şekilde vermeye kalkarsak; O, almaya kabul etmez; çünkü O’nda kir olmaz!.

Buradan öteye giderken = ilk ölümde, mecburen aldığımız hayatı vereceğiz = iade edeceğiz ama O’na “kirli, kirletmiş” bir hayat vermişsek, sonrasında O, kirli, kirletmiş” hayatı kabul etmeyecek = “ölemeyeceğiz”!, O’nunla bir daha “hayat alış-verişi” yapamayacağız!.

“sümme lâ yemûtü fîhâ ve lâ yahyâ. = Sonra, onlar orada ne ölür/ölebilir ne de yaşar/yaşayabilirler.” (87/13.)

Hep O’na muhtaç olduğumuz için artık yaşayamayacağız!.  Yaşayamamak ve ölememek. Yaşamanın zorluğunu görünce ölmeyi isteyeceğiz ama ölemeyeceğiz; O, bizdeki o kirli hayatı geri almak istemeyecek!.

Bu nasıl bişey?!.

Bu, artık O’nunla “alış-verişi, ilişkiyi” kesmek, büyüüük çaresizlik içinde kalmak ve cehennemi yaşamak değil mi?!.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET