BU NASIL DÜNYA?!...

Fiziksel olarak dünya, hareketli bir küre, top gibi yuvarlak, kendi etrafında dönüyor; bu dönüşünü bir günde yapıyor ve bu dönüş, gece ve gündüzü meydana getiriyor. Kendi etrafında dönme, yerinde sayma demek, oysa bu küre (= dünya), sadece yerinde saymıyor; Güneşin etrafında da dönüyor, bu dönüşü de ona bir yıla mal oluyor ve onda yenilenmeye = mevsimlere sebep oluyor. Dünyanın kendi etrafında dönüşü, bizim gündüz çalışmamız, gece dinlenmemiz; Güneş etrafında dönüşü, ekin-ekmek, sebze-meyve yememiz, yeterince beslenmemiz için.

Kitâb, ilk dönüş için “... yükevvirü-l leyle alen nehâri ve yükevvirü-n nehâra alel leyl...” der. (39/5.) Buradaki ‘yükevvirü’ya örtmek, sarmak, dolamak anlamı veriliyor. Aynı kök, Tekvir, 1. âyette de Güneş için kullanılır; oradaki anlam dürmek veya büzmektir. 

‘Yükevvirü’, kevvera’nın muzari kalıbı. Kevvera da kevera’dan (dönmeden) döndürme; alime’den alleme = öğrenme’den öğretme gibi. Bu fiilin isim formu/şekli de küre (كوره).

Dönen bir küre varsa, onu döndüren ama kendisi ‘dönmeyen’! Bir’i elbette vardır. = Hareket ettiren Hareket Ettirici. Aristo buna ‘İlk hareket ettirici’ demişti. Oysa, her canlı gibi, bu dünya küresi (= küre-i arz) de her ân hareket ediyor. Hareket, zamanda/zamanla mümkün. Zaman olmasa, ne yerinde (aynı mekânda, yerinde sayma/dönme), ne de mekânlar arasında hareket (yol alma mümkün) olur.

Harekete sebep olan güç, bişeyi yapma isteği (= iradesi) ve maksadı/amacıdır. İstek (= irade) için en az iki farklı seçenek şarttır. Bu, fiziksel açıdan gece-gündüz; bireysel ve dînî açıdan zulumât ve nûrdur (= karanlık ve aydınlık). Zulumât ve nûr (= karanlık ve aydınlık), bize dokunmadığı sürece nötrdür; onlar değerlerini bizden alırlar. Bazıları için iyi (= aydınlık/nûr) olan, bazılarına kötü (= karanlık/zulm) gelir; bazılarına kötü (= karanlık/zulm) gelen, bazılarına iyi (= aydınlık/nûr) gelir. Ne gece, ne de gündüz (= ne karanlık ne de aydınlık) kötüdür; Allah kötü bişey yaratmamıştır; şeytan dahil. Şeytanı biz! yarattık. Allah, melekler yarattı, onlara : “Ben, bir de insan yaratacağım.”, dediğinde; onlar (= melekler) : ‘kan dökecek, fesat çıkaracak birini mi?!’, dediler... insana (meleklerin bilemediği) isimler öğretildi ve meleklere secde edin (= insanın bilgisine hürmet edin)!, denildi. O muhatap meleklerin içinden bir kısmı (= iblis) secde emrine karşı gelerek şeytanlaştı ve huzurdan kovuldu (= recm). (Bknz. 2/30 ilâ 39.)

Bizim kötü, şer, musibet (= karanlık = gece = zulumât) olarak gördüğümüz şeyler de; iyi, hayr (= aydınlık = gündüz = nûr) olarak gördüğümüz şeyler de bize dokununca, bizi sarınca, bize dolanınca değer kazanıyorlar. Cennetteki o yasak ağaca temas etmeseydik (= yaklaşmasaydık), hâlâ cennetteydik. Tövbe ettik, af diledik; affımız/tövbemiz kabul oldu, buradayız; sanki affımızı/tövbemizi unuttuk, yine/bu sefer de o tövbedeki (her tövbedeki) samimiyetimizi test için önümüze konulan yasak ağaçlarla (= günahlarla) temas hâlindeyiz. Akıllı = akıllanmış olsak, onlara (= o günahlara) tekrar yönelebilir/dönebilir miyiz?!.

Bu dünyada iken, içimizde iki yöne de meyl var : İyiliğe ve kötülüğe = Taqvâ ve fücura = Aydınlığa/Nûra ve karanlığa/zulumâta. Seçim bizde. Melek olmak da iblis/şeytan olmak da bizim elimizde. Cennetlik olmak da cehennemlik olmak da bizim elimizde. Melekler, Rableri Allah’a kayıtsız şartsız itaat eden kullardır; iblisler/şeytanlar Rabbine isyan eden kullardır. İyiyi-kötüyü, doğruyu-yanlışı, güzeli-çirkini, her yerde belirleyen, Rabbe itaat ve isyan hususudur.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET