AKADEMİ

İlk akademi Yunanistan’da Platon (= Eflâtun) tarafından kurulmuştur. Platon (= Eflâtun), Socrates’in öğrencisidir; Aristo da (= Aristotales de) Platon’un (= Eflâtun’un) öğrencisidir.

Platon (= Eflâtun), soylu bir aileden gelir. Anne tarafı da baba tarafı da aristokrattır. Platon (= Eflâtun), hocası Socrates’in ölüme mahkûm edilmesi, onun Yunan demokrasisinden tamamen ümit kesmesine sebep olmuştur. Platon (= Eflâtun), devleti ‘filozof-kralın’ yönetmesini ister, işte bu amaçla akademiyi kurmuştur.

Platon (= Eflâtun), Mısır ve İtalya’yı ziyâret etmiş; İtalyalı yöneticilerle de yakın ilişkiler kurmuştur. Onun görüşleri hem Mısır hem de Babil kültüründen (İbranîlik’ten, Yahudilik’ten) etkilenmiştir. Her ne kadar Yunan felsefesi “özgün bir felsefedir” dense de, bu sözün aslı yoktur. Yunan felsefesini, İbranî ve Yahudi kültüründen koparan Aristo’dur.

Bugün bile, “özgün”! bilinen fikirler, mitolojik ve dînî kaynaklardan beslenir; mitoloji de dindir, ama bâtıl (= bozulmuş) dindir. Bütün “etkili” düşünürler ve filozoflar (Augustinus, Pascal, Freud, Geothe, Galileo, Kierkegaard, Wittgenstein, Descartes, Kant, hemen hemen tamamı) “dindardırlar”!; onların din karşıtlığının kaynağında “kilisenin yanlış uygulamaları ve dini yanlış yorumlamaları” vardır. Akademinin “sekülerliği”, 1789 Fransız İhtilâlinden sonradır. Cumhuriyetin ilk yıllarında yurt dışından üniversitelerimize gelen hocaların çoğu da Mûsevîdir/Yahudidir.

İlâhiyat (= Teoloji) Fakültelerinin, “seküler, özerk ve bilimsel” üniversite bünyesinde yer alması; Diyanet İşleri Başkanlığının seküler devlet bünyesinde yer almasına benzer. 

Bugün dünyada bilim, inter-disipliner olmaya ve dinle barışmaya başladı, pozitivist bilim anlayışı geriledi ama bizde hâlâ, bilim ve felsefe (= akademi = üniversiteler) pozitivist, seküler ve Aristocudur.

‘Dinle bilim (= akademi) yakınlaşırsa, bilim geriler; bilim, dinin emrine girer.’ deniyor. Din, bilim yapan aklın önünü kesmez, aksine ona (akla) doğru istikâmet verir. Dinden kopuk akıl, istikâmetsizdir, ahlâksızdır, ilkesizdir. İlkeyi ve ahlâkı, bilim üretemez; din üretir. Bilim (= felsefe), bütünü kavramak için uğraşır ama kavrayamaz; dolayısıyla ilke de koyamaz.

Akademinin “savrulması”!, (doğru) dinden kopuk iş görmesindendir. Bir zamanlar, dünyanın (= doğanın) gizemini, mitini, sırrını çözeceğini; artık dine ihtiyacın kalmayacağını söyleyen bilim (= ve bilimciler = scientistler), insanlığa, insanı ve doğayı (= çevreyi) mahveden frankensteinlar (= biyolojik-kimyasal silahlar, vb.) sunmaktadır.

Akademi, bunun farkına varmalı; akademisyenler, silah sanayine ve pozitif bilime hizmet etmekten vazgeçmeli.

Her şeyde olduğu gibi, bilgide de ahlâk (= bilim ahlâkı) olmazsa olmaz görülmeli; ün/nam, şan ve yüksek kazanç (= para), ahlâka tercih edilmemeli.

Yıllar önce, Abdurrahman Arslan, bütüncül bilgiden = hikmetten kopuk uzmanlar için, ‘çağımızın şamanları’ demişti.

Şamanlar, en azından “kutsal ruhla” ilişki/iletişim kuran veya kurduğuna inanılan insanlardı; çağın uzmanlarında böyle bir “özellik” yok; her uzman, kendi içinde, kendine özel bir şaman.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET