İNSAN PROFİLİMİZ

Türkiye, Osmanlı bâkiyesi bir ülke. Osmanlı, tabanda çok milletli (etnisiteli) bir topluluk, toplum; tavanda ise, Padişah ve devşirme (asker-sivil) bürokratlar vardı. Tabana yerellik (ağalık ve dinî cemaatler = tekke-zaviye, tarikat vb. yapılar) hâkim olduğu için, taban tavandan büyük oranda kopuktu = tavan, tabana pek karışmıyordu. Eğer biisyan (kargaşa) çıkarsa, devşirme askerlerle (yeniçerilerle) anında müdahale ediliyordu. 

Batının, özellikle Fransız İhtilâlinin etkisi, batılı ajanlar ve yazarlarla (o zaman onlara muharrir veya aydın deniyordu) ülkedeki gruplara milliyetçilik tohumları ekildi; devlet de ahâliye (halka) ağır vergi (âşar, öşür) salıyordu... sorunlar birikti, birikti, gün geldi, isyanlar arttı, vergiler toplanamadı. Devlet, sivil-asker bürokrata ve memuruna maaşlarını ödeyemedi...

Ülke, yabancı güçlerce yedi koldan, cihetten işgal edildi ve Kurtuluş Savaşı başladı. Bu savaşta, Çanakkale hariç, adam akıllı olarak sadece Yunanlılarla savaşıldı. 

Yeni devlet = Cumhuriyet kurulduğunda, Ankara, İstanbul’a alternatif olarak görüldü. Ankara’nın yeni adı Yenişehir’di; Yenişehir ma’betsizdi; oraya ilk yapılan ma’bet, Maltepe Camiidir ki yapılış tarihi 1959’dur; Cumhuriyet ilanından 36 yıl sonra. Sonraki camii = ma’bet Kocatepe’dir, onun yapılışı da 1987’dir, bu da Cumhuriyetin ilanından 64 yıl sonrasına denk gelir.

Cumhuriyet, padişahlığı kaldırdı ama, halkla irtibatı kolay kuramadı. Çünkü uzun süre halkın değerlerine “yan gözle” baktı ve halka batılı değerleri “dayattı”. 1946-50’de ilk kez çok partili hayata geçiş denemesi, yönetimi korkuttu. Cumhuriyetin = yeni devletin sivil-asker bürokrasisi = devlet yönetimi ise lumpendi (= halkın içinden çıkmış ama halka yabancılaşmıştı).

...

Menderes’le, Özal’la, Erdoğan’la bu lumpen sınıf, biraz halka yaklaştı, yakınlaştı ama bu arada halk da “değişmişti”!.

Cumhuriyetin ilk yıllarında ülkede çok sayıda gayri müslim vardı, şimdi yok; halkın %90’ı köylerde yaşıyordu, şimdi %70-80’i şehirlerde yaşıyor; batılı araçları ve interneti kullanıyor vs...

Doğudan batıya göç, had safhada.

Eğitim-kültür hâlâ batılı.

Tüketim ve lüks yaşam, gelişmişlik göstergesi.

Dinin evrensel değerleriyle, ırkın = ırkların yerel değerleri entegre edilmeye çalışılıyor (= Türk-İslâm Sentezi); birlik-beraberlik buralarda aranıyor.

Ülke, kültürel (zihnî) olarak neredeyse bir karpuz gibi tam ortadan ikiye bölünmüş durumda. “Marjinal” olarak görülen anlayışlar, iki ana ittifaka (Cumhur ve Millet) tutunmaya çalışıyor. 

Bir ittifakın (Millet) okumuş gençliği batıya (Avrupa’ya) kaçmayı planlarken; öbür ittifakın (Cumhur) gençliği (buna Teknofest gençliği deniyor), batılı teknolojiyi hiç mi hiç sorgulamadan burada üretmeyi planlıyor.

Akademinin “yeni bir alternatif”! ürettiği söylenemez. Ülkenin “gözde”! üniversitelerinden mezun olanlar, ya uluslararası = küresel şirketlere hizmet ediyor ya da ülkeden kaçıyor.

Dün, umut olarak görülen ülkenin İslamcılarını 21 yıllık iktidar “değiştirdi, dönüştürdü!” ama hâlâ onları umut olarak görenler var. İslâm dünyasında yaşanan Arap Baharı, İslâmcıları (İhvân’ı) haritadan sildi. Türkiye’deki parti de (zaten) kendini İslâmcı olarak görmüyor, kendini milliyetçi-muhafazakâr olarak tanımlıyor.

Sanırım bu kadarı kâfî. Umarım, insan sermayemiz, insan profilimiz hakkında az da olsa bi fikir verebilmişimdir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET