ZARURET

Zaruret, zorunlu olanlar; bunlar :

1) Sıradan bir yaşam için zorunlu olanlar.

2) İyi bir yaşam için zorunlu olanlar. 

Sıradan bir yaşam için zorunlu olanlar, yeme-içme, barınma ve bürünmedir. İyi bir yaşam için zorunlu olanlar ise, akıl ve adâlettir (= din ya da düzen).

Neslin = türün devamı için cinsellik de bir zorunluluktur.

İyi yaşam için zorunlu saydığımız akıl ve adâletin, ki buna ben din dedim; kaynağı insanî ve ilâhî olabilir. İnsanî olan dinler (düzenler, sistemler, akıllar), olup-biteni tam anlayamadığı ve dolayısıyla adâleti sağlayamadığında, ilâhî olan dinlere başvurur, onlardan yardım alırlar.

Sıradan, normal bir yaşam için zorunlu olan yeme-içme, barınma ve bürünmenin, ne kadarı zorunlu, ne kadarı lüks, şimdi buna bakalım. Diyebilirsiniz ki bu üç zorunlu ihtiyacın “miktarını” kişinin kendisi ve içinde yaşadığı toplum (ve devlet) belirler. Amerika’da yaşayan insanların (toplumun) yeme-içme, barınma ve bürünmesi ile Türkiye’de veya Afrika’nın herhangi bir ülkesinde yaşayan insanların yeme-içme, barınma ve bürünme ihtiyacı aynı olmaz!. (Bunlar “aynı”! insan değillerdir!.) Bu durum, Amerika’da veya Türkiye’deki herkes için de “aynı”! olmaz.

...

Benim çocukluğum köyde geçti; ben, tarhana aşı, bulgur pilavı, yumurta, süt ve yoğurttan başka gıdaları (zeytini, peyniri vb.) ortaokula gittiğimde tanıdım. Bürünme açısından bakarsak, kışlık-yazlık diye bir tercihim neredeyse yok gibiydi; “soğuk kuyu” tabir edilen lastik ayakkabı giyerdim (kışın biraz kalın çorapla). Barınmam ise klasik köy eviydi...

Şehre gelince bunlar çeşitlendi. Giyim ve gıda marketlerinde bin-bir çeşit ürün gördüm. Benim için marketlerin dizaynı bizzat albeniliydi; oralara girdiğimde, ihtiyaçlarımın çoğaldığını “düşündüm”!; alamadığımda kendimi “fakir” addettim.

Şehirdeki evlerimizde mobilyalar, mekanik ve elektronik ev aletleri “sıradan ihtiyaca” dönüştü. Şehirde arabasız yaşayamıyoruz...

Köyde gördüğüm (insanî-sosyal) ilişkileri şehirde göremedim. Şehir (daha) örgütlüydü; örgütlerin ihtiyacı da ayrıydı. Yol, su, köprü, elektrik, internet, telefon, televizyon, tren, metro vb...

Şehirleşme, eğer medenîleşmeyse, medeniyet, ihtiyaçların çoğalması, tüketimin artması anlamına geliyordu.

Anladım ki, ne kadar çok mala/şeye ihtiyaç duyulursa, o kadar çok güvenliğe (askere, polise = devlete) ihtiyaç duyuluyordu. 

Bunun küresel ölçekte örgütlenmesi demek, küresel siyaset = küresel çıkar çatışması, küresel mücadele demekti.

İlâhî dinler ve selîm akıl, ihtiyaçlar bağlamında sadelik ve kanaat öneriyordu; oruçla ve şükürle (diğer ibâdetlerle) inananlarını buna teşvik ediyordu. İhtiyaçlar arttıkça, ihtiraslar da artıyor; bu da insanlar arasındaki kavgayı körüklüyor, adâlete zarar veriyordu...

...

Burası cennet değil. 

Ama endüstriyel kapitalizm burayı bir cennet olarak görüyor.

Görüyor da, bir türlü adâleti sağlayamıyor. Amerikan rüyası, Amerika’daki insanlara bile cenneti getiremiyor; biliyoruz ki, dünyanın en adâletsiz ülkesi Amerika.

Neticede, çağdaş pozitivist aklı = bilimi (anlayışı) = içimizdeki şeytanî hırsı terk etmeden ve zaruret düzeyinde yaşamaya razı olmadan buradaki “kavgaların, mücadelelerin”! bitmeyeceğini söyleyebiliriz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET