ASHAB-I KEHF

Kıssa bize ne söylüyor?

Bu kıssa bize, bir grup gencin dönemin zâlim hükümdarı Dekyânus’un zulmüne boyun eğmeyip bir mağaraya sığınmalarını ve orada “uzun bir süre” (309 yıl) kalmalarını anlatır. “Bizim Rabbimiz (sen değil) göklerin ve yerin Rabbidir; biz O’ndan başkasına ilâh demeyiz = len ned’û min dûniHî ilâhen; aksi hâlde saçma-sapan konuşmuş oluruz. = lekad Gulnâ izen şatatâ!” diyerek, ‘herkesin içinde bulunduğu sistemden (şu bizim kavmimiz Allah’tan başka ilâh edindiler = “héülâî kavmünâ’ttehazů min dûniHî ālihe” diyerek onların yaşadığı yaşayış biçiminden) koparlar ve bir mağaraya’ sığınırlar. (18/14-15 ve devamı olan 25. âyete kadar bakılabilir.)

Burada kaldıkları süre 309 yıldır; ortalama bir insan ömrünün neredeyse dört katı.

Bu süre nasıl geçmiştir?!.

Bence (!) kıssanın belkemiği burasıdır.

Bazıları süreye, bazıları sayıya, bazıları köpeklerine takılırlar; nitekim Kitâb’ta bunlara da îmâ vardır; denir ki, bu konuda münakaşaya (tartışmaya) girme, kimseye de bir şey sorma!. (18/22.)

Bu süre, (bence)! onlara hiç mi hiç uzun ve zor gelmemiştir. Bence diyorum, bu “yorum”! beni bağlar.

Neden?

Onları meşgul eden sadece Rableri idi; Rableri dışında (dışarıda ve içeride) başka bişeyleri yoktu.

Mecbûren dışarıları da sadece küçücük bir mağaraydı.

Aslında onlar, o küçücük mağaraya değil, Rablerine sığınmışlardı.

Mekânla zaman arasındaki ilişki, zıt bir ilişkidir. Mekân genişledikçe zaman daralır; zaman genişledikçe mekân daralır.

Mekânda bulunanlar cisimlerdir; mekân, yerdir.

Rab, cisim değildir, mekâna (da zamana da) sığmaz.

Mekân ve onun içindekiler, ne kadar çok terk edilirse, Rabbe o kadar çok yaklaşılır, yakınlaşılır.

...

Bence (bence’nin altını yine çiziyorum) kabir hayatına (= kabrin cennet bahçesi ya da cehennem çukuru olmasına), böyle, buradan da bakılabilir.

Nasıl?

Kişi, kabre girmeden ne kadar çok şeyle meşgul olmuşsa,  azabı o kadar çok; ne kadar az şeyle meşgul olmuşsa, azabı o kadar az olur (kanaatindeyim)!. Çünkü, orada, o dar, daracık yerde onları terk edemeyecek, terk edememenin acısını çekecek, onlar onu orada habire “sıkıştıracak, sıkacak”!.

Tekâsür ve Hümeze Sûrelerini bir de bu gözle (bakış açısıyla, anlayışla) okuyalım. Çokluk yarışı, çoklukla övünme ve kabir; mal toplama ve malın ebedî yaşatacağını sanma; maldan ayrılamama, malı çok sevme ve malın da onu kabirde, o daracık yerde terk etmemesi, edememesi!...

...

Ashab-ı Kehf  Kıssasından bu mesajı alamayanlar, kıssayı okuyunca sadece “hayret ederler”!; oysa kıssa biz sadece hayret edelim diye anlatılmıyor; ilâhınızı Bir’leyin ve sadece O’nu dinleyin;  başka (sahte) ilâhları dinlemeyin; eğer O Bir Olan İlâh’ı dinlerseniz, O İlâh size “olağanüstü” bir hayat yaşatır ve sizi sahte ilâhların elinden öyle ya da böyle kurtarır, diyor.

Ben kıssayı böyle anlıyorum. Tekrar söylüyorum, bu anlayış beni bağlar; belki size de bir fikir verebilir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET