DÜNYA

Dünya, sonsuz ve mükemmel âlem içinde “küçücük” bir yer. Bir kıyas yapmak istersek, dünyanın tüm çöl ve denizlerindeki kumları toplasak, onlara âlem (evren) desek; dünya, bu devâsâ kum yığınının yanında bir kum tanesi kadar bile değil. Bu kum tanesinin (dünyanın) içinde, dağlar, denizler (sular, okyanuslar), kara (toprak parçası), bitkiler (ağaçlar), hayvanlar ve biz insanlar varız, yaşıyoruz.

Biz niye buradayız?!.

Bu sorunun cevabını El-İlah’tan başka “hiç kimse”!, dinden başka hiçbir “disiplin” veremez. Çünkü, sadece El-İlah’tır, âlemdeki düzeni (= dini) mükemmel kuran ve işleten.

Bu konuda din ne der?

Âlem, Tanrı’nın eseridir; Tanrı, âlemi ve âlemdekileri sadece Kendisini Rab ve İlâh bilsinler ve sadece Kendisine kulluk (= ibâdet) etsinler diye yaratmış; bunu da “test etmek” istemiştir.

Sonra göklere ve yere (âlemlere) yönelip (istivâ) sormuş : “ister isteyerek, ister istemeyerek gelin!” (tav’an ev kerhen) demiş; onlar da (gökle yer de) : “isteyerek geldik.” demişlerdi. (41/11.)

Âdem’i (= bizi) yaratmaya “karar”! verince de meleklerini toplamış; Ben arzda (yeryüzünde) son türü (hâlife/yi, insanı) yaratacağım. O tür, ‘zübde-i âlem’ (âlemin özü) olacak; ona akıl ve irade vereceğim ve ona tüm varlığın isimlerini (bilmeyi ve seçmeyi) öğreteceğim; dediğinde, melekler : “orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın?!.” demişler; O (Allah) da : “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim”, demişti. 

Âdem’e isimleri öğrettiğinde, meleklere : hadi şunların isimlerini sayın = söyleyin = bilin! (bakalım), dedi. Melekler : “fesübhanallah, Senin bize öğrettiğinden başka biz bişey bil(e)meyiz.” dediler, (= sayamadılar = bilemediler).

Âdem’e “döndü”!, sen say! (= söyle)! (Ey Âdem!) dedi. Âdem, onları tek tek saydı (= bildi.)...

“Ben, size, göklerin ve yerin gaybını, gizlediklerinizi ve açığa vurduklarınızı bilirim, dememiş miydim?!.” dedi.

“Meleklere, Âdem’e secde (itaat) edin, dedi/k. İblis hariç, hepsi secde (itaat) etti; o (iblis) büyüklendi ve kâfir (inkârcı) oldu.” Kovuldu = gözden düştü; intikamla doldu ve intikamını Âdem’den (bizden) almak, çıkarmak istedi. Bence bunda Âdem’in bilgisi baş roldeydi ama Âdem’in bilgisi de “kesin” değildi, kesin olsa idi, Âdem o ağaca yaklaşmazdı. 

Bilmesine (bilgi sahibi olmasına) rağmen Âdem de “o ağaçla” ve “iblisle” denendi. O da kaybetti ama kaybettiğini de bildi = anladı. Tövbe etti (= pişman oldu) = bir daha yapmayacağım = Senin Sözünden (emrinden) çıkmayacağım, beni affet, kendime zulmettim, dedi. 

Rab de “tamam, tövbeni kabul ettim” dedi; ama bu, bir daha yapmayacağın anlamına gelmez, gelmiyor; seni belli bir süre daha deneyeceğim ama bu denemenin yeri bura/sı (cennet) değil, dünya olacak; dedi. (Bknz. 2/30-39 ve 7/11-25.)

Âdem de cennetten = rahat yerden, buraya = bu sıkıntılı yere 'kovuldu'!. (= hubût).

İşte bunun için buradayız, dünyadayız.

Sözümüzde durup-durmadığımızın görülmesi için.

Ama, bura, bu dünya, bu dünyanın nimetleri (mal-mülk, makam-mevkî, şan-şöhret vb. şeyler), bize sözümüzü unutturuyor. 

Şeytan bizi niye kandırıyor.

Yine “yasak ağaçlara” yaklaşıyoruz.

Rabbimizin Sözünü yine dinlemiyoruz.

Rabbimiz burasını bizim için, bizim denenmemiz için dizayn etmiş, düzenlemiş; bize de “kısmî bir düzenleme yetkisi” vermiş; biz bu yetkiyi yapmak için değil yıkmak ve bozmak için kullanıyoruz.

Ekinleri (sebze ve meyveleri) biz bitirmiyoruz, sadece ekiyoruz. Yağmuru biz yağdıramıyoruz; güneşi biz doğduramıyoruz; vücudumuzdaki organlara biz söz geçiremiyoruz ama bize verilen akıl ve iradeyi kullanarak doğaya, topluma ve kendimize “sınırlı” müdahaleler yapıyoruz; çoğu zaman yıkıyoruz; bozuyoruz, kirletiyoruz, öldürüyor ve mahvediyoruz...

Deneniyoruz.

Yapanlar, ıslah edenler, (= Söz dinleyenler, Rabbe itaat edenler), sözünü tutanlar, kazanacak.

Unutanlar, kaybedecek.

Zikir, Rabbi ve Rabbimize verdiğimiz sözü hatırlamadır. 

Geçici bir süreliğine bunun için buradayız, dünyadayız.

Dünyada niçin (ne için) bulunduğunu unutanlar, kaybedecek; hatırlayanlar ve verdiği sözü tutanlar da kazanacaklar.

Dünya (hayatı) bize bunu unutturmamalı; unutmuşsak hatırlatıcılara (Elçilere ve Onların izini takip edenlere) kulak vermeliyiz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET