MUVAZENE

Muvazene : Denge ve ölçülülük. Gün geçtikçe Müslümanların şeklî ve aklî dengesi “kayıyor!”, doğru yoldan, i’tidalden sapıyorlar!.

Müslümanlık, ifratı da tefriti de (= aşırılıkları) yasaklar, orta yolu tavsiye eder; zâhirîliğin aşırılığını da bâtınîliğin aşırılığını da yasaklar. Bu Müslüman ahâliyi/ümmeti zâhirîlik ve bâtınîliğin birbirlerine yakın olan, birbirlerinden kopuk olmayan skalası bir arada tutmuş; zâhirîliğin bâtınîlikten, bâtınîliğin zâhirîlikten koptuğu/ayrıldığı dönemlerde ümmet bölünmüş, “din içi” ayrılıklar baş göstermiştir (Fatımîler, İsmâilîler, Şiîler, Selefîler). Bu durum, “din içi ötekiyi, içerdeki düşmanı” doğurmuş, esas/asıl düşmanlar = şeytanlar ise sevinmiştir!.

Tarih tekerrür etmek üzere. Oysa tarih ders almak için okunur ama ders alan nerede?!.

Duruşumuzu = durduğumuz yeri yeniden gözden geçirmemiz gerekiyor. Kime hangi mesafede duruyor, kimi, neden ötekileştiriyor, kendimizi neden merkezde tutuyor/görüyoruz?...

Durduğumuz yer “merkezî” bir yer ise, sabırla, ötekileştirmeden, ‘suçlansak da suçlamadan’ mevzimizi güçlendirmek, değerli bir cazibe merkezi olmak için çabalamalıyız. Öteki, suçlanarak, dışlanarak kazanılmaz; öteki, bizde cazip bişeylerin olduğunu görmeli; demek ki bizde göremediklerini başka yerlerde görüyor ve oralara gidiyor/lar. Onların oralara gitmesinde suçlamamız gereken (suçlu) biri varsa biziz/kendimiziz; birilerini suçlayarak, kendimizi aklayarak hiç kimseyi kendimize çekemeyiz; böyle yaparak sadece egomuzu şişiririz.

Birilerinin din tebliği görüntüsü altında birilerini ötekileştirip “kusarak rahatlaması” vaka-i adiyeden olmaya başladı. Korkuyorum!, gün geçtikçe dindarlar, ötekilerini kendi içinden çıkaracak, ‘din dışı öteki = şeytan’, bu dindarlara rahmet okutacak!. Dinin, dindarlarını birbirine düşürdüğü dönemlerde, şeytanlar (dinsizler) bayram eder.

‘Resmî bir din görevlisi’ çıkıyor, “Kardeşmiş, ne kardeşi?!. Biz kardeş-mardeş değiliz!...” diyebiliyor ve bu adamın posterleri, “yanındayız = seninleyiz yazısıyla” şehrin merkezi yerlerine asılıyor.

İnsanlarda aklî muvazene = denge kaybolunca her grup sanki vahiyle bildirilmiş gibi kendini “kurtulmuş grup = fırka-i nâciye” görüyor, ötekilere “sapık”! gözüyle bakıyor. Oysa ortadaki Vahy, Müslümanlara kendi aralarında hoşgörü, merhamet, iyi niyet, güler yüz, tatlı dil, i’tidal ve sabır tavsiye ediyor. Hatasız kul olmaz; Efendimiz hayatta iken bile Müslümanlar hata yaptı. ‘Sen onlara yumuşak davranmasaydı, kaba ve katı kalpli biri olsaydın, onlar etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet. Onlar için aff dile. Onlara danış ama bir karar verince de sadece Allah’a tevekkül et.’ (3/159) buyruluyor. 

Kimse kendini (= kendi grubunu = mezhebini/cemaatini) hatasız görmemeli, kendi etrafına kalın duvarlar örmemeli; kendisinin çıkması, başkalarının da girmesi için “geniş bir kapıyı” devamlı aralık bırakmalı. Müslümanlık kimsenin tekelinde değil; herkes samimiyeti ve ciddiyeti oranında ondan nasibini alır. Kimin daha iyi Müslüman olduğunu sadece Allah bilir; bu konuda insanların birbirleri ile yarışması, işi gösterişe/gösteriye dönüştürür.

Kesin hüküm, Allah’ındır. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET