ÜLFET ve UZLET

Ülfet, insanlarla buluşma, onlarla yakınlık kurma, kaynaşma ve ortak yaşama alışma. Uzlet, insanlardan uzak durma, kaçma, yalnızlığa ve inzivâya çekilme.

Dinde ikisi de var, hatta ikisi birlikte var. İlki toplumsallık; ikincisi ferdiyet, tek başınalık, halvet.

Bir de “halvet der encümen” diye bir tabir var; anlamı ‘halk içinde Hak’la birlikte olma’.

Rahmetli Özal, bu kavramı siyaset diline transfer etmiş, “halka hizmet, Hakk’a hizmettir.” demişti. Bu, ‘Hakk’ın Rızası için halka hizmet etmek.’ şeklinde de okunup-anlaşılabilir ve uygulanabilir.

Ama bunun için önce, kalplerin ülfet etmesi = insanların kalplerinin birbirine ısınması/kaynaşması, düşman olmaması, düşmanlara (= bozgunculara ve zâlimlere) karşı ortak hareket etmesi gerekir.

“ve ellefe beyne gulûbühüm...” (Allah) Onların (= O Mü’minlerin) kalplerini birbirine bağladı; (Ey Muhammed!) Sen, yeryüzündeki her şeyi verseydin (= infak etseydin) bu kaynaştırmayı (bağla/n/mayı, ısındırmayı) yapamazdın. (8/63.)

Bunu ne yaptı?!.

Aynı Allah’a, aynı davaya (=Tevhîd’e) iman.

Kim yaptı?

Allah (Azze ve Cell).

...

Tek başına ülfet, oyun, oynaş, oyalanma; tek başına uzlet, düşünmedir. 

Müellif (= yazar!), düşünceyi kaynaşmaya (= ülfete) dönüştürür.

Modern (= seküler) anlamdaki yazar, ideologdur; o da bir kaynaşma (= ülfet) sağlar ama onun sağladığı kaynaşma (= birliktelik, ülfet), geçicidir, eninde sonunda nifaka (= münafıklığı, ayrılığa) dönüşür; müellif, bu kaynaşmayı Tevhîd ekseninde yapar. 

Ülfette, Tevhîd’i (= Allah’ı = Hakk davayı) devreden çıkarırsak, o dava ideolojiye dönüşür. İdeolog, müellif değildir ama modern (= seküler) anlamda o da bir yazardır, authordur, fikrî/düşünsel otoritedir.

Peygamberler, müelliftir ama yazar (= düşünür, filozof) değildir. Çünkü Onların Tevhîd diye bir hak davaları vardır; Onlar, düşündüklerini yaparlar, düşünceleri (= hak davaları) uğruna mallarını ve canlarını verirler; Mü’minler (= Onların takipçileri) de Onlara uyarlar. Peygamberleri düşünürlerden, filozoflardan, (modern/seküler anlamdaki) yazarlardan ayıran husus budur. Buradan bakınca, âlimler, Peygamberlerin vârisleridir, Onların izinden giderler. Âlim, ilmiyle amel eden; Tevhîd’i (= hak davayı) kendine dert eden adamdır.

...

Hira, halvettir, uzlettir. Hira’dan iniş, Mekke ve Medine ise ülfettir; hatta Efendimizin hayatında ikisi birbirinden ayrılmamıştır. Efendimiz, geceleri uzleti, halveti; gündüzleri de ülfeti yaşamış, ashabına da b/öyle yaşamalarını emretmiştir. Bireysel bazda teheccüd (= gece ibadeti, yalnızlığı), uzlete, halvete; cemaat (birliktelik ve cihad/cehd) de ülfete karşılık gelir.

Tasavvuf, sonradan bunların arasını ayırmıştır. Tabiî bunda o yıllarda yaşanan (yanlış) siyasetin (= hilâfetin) de etkisi olmuştur.

Ne tek başına uzlet, ne tek başına ülfet; doğru olan, bence ülfet içinde uzlet ya da ‘halvet der encümen’.

İslâm, Müslümanı bu hayattan koparmaz, bu dünya hayatına çakılı da bırakmaz!. (= “... ehlede ilel arz...”, 7/176.); Onun yükselmesi = kemâli, bu hayatın içinde ve bu hayatladır. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET