ÖZGÜR İRADE MESELESİ

İnsanın irade hürriyetinin sınırları, İslâm kelâm tarihinde hep tartışma konusu olmuştur. Meselenin küllî irade kapsamında nereye oturduğu hâlâ günceldir, sanırım güncel olmaya da devam edecektir.

Küllî irade anlaşılmadan, cüz’î irade anlaşılamaz.

Küllî irade, iki türlüdür. Tekvinî ve Teşrîî. Tekvinî irade, mutlaktır ve yaratmaya ma’tuftur. Teşrîî irade ise, teklifî ve dinîdir; Rabbin bişeyi dileyip-dilememesidir. İradede isteme de istememe de olur, Rabbin iradesinde de bu durum geçerlidir; Rab da bazı şeyleri ister, bazılarını istemez; istekleri emir; istemedikleri neyhdir; din, bu emir ve nehiyler bütünüdür; insanın iradesi de bu alanda iş görür; insanın iradesi, tekvinî irade kapsamına girmez; insan, bişey yaratamaz, yapar. Buradaki yaratmayı, mutlak kudrete sahip olmak anlamında kullanıyorum; Eş’arîliğin “kesb” kavramındaki yaratmasını kast etmiyorum. İnsan, hiçbir şeyi “yoktan” yaratamaz; olan şeylerin sebeplerini bir araya getirerek “yeni bişeyler yapar”!.

İnsanın yaratılış gayesi ve denenmesi, ilâhî iradenin teşrîî kısmında gerçekleşir; tekvinî kısmında değil. Tekvinî irade, tabiat kanunları = sünnetullah alanında; teşrîî irade, insanın iradesine taalluk eden kısımda = dinî alanda faaldir. Allah’ın teşrîî iradesinde de hiçbir değişme olmaz. = Allah, hep iyiliği murâd eder (= ister), (hiç) kötülüğü murâd etmez.

İnsan, iradesini Allah’ın iradesine mutabık = uygun kullanırsa, bu irade doğru ve yerinde kullanılmış olur. Cebriye gibi insan iradesini yok saymak veya Eş’ariye gibi bu iradeye “kesb kulpu” takmak, insanın sorumluluğuna gölge düşürmektir.

“Allah dilerse, kullarını hidâyete erdirir; dilerse, saptırır.” (14/4.) “Allah dilemedikçe, siz dinleyemezsiniz.” (76/30.) “O, dilediğini alçaltır, dilediğini yükseltir.” (41/40.) gibi ifadeler, O’nun hem tekvinî hem teşrîî = dinî dilemesine = iradesine atıf yaparlar. Bunlar, tekvinî irade açısından bizim bilemeyeceğimiz küllî = kapsamlı = nihâî durumları; teşrîî = dinî açıdan da imtihanî = insanî durumları ifâde ederler. Rabbimiz bize yaratırken meleklere : “Ben, sizin bilmediklerinizi; göklerin ve yerin gaybını, gizlediklerinizi ve açığa vurduklarınızı bilirim.”, demişti. (2/30, 33.)

İnsana irade verilmesi, meleklerin bilmediği bir durumdu. Melekler, Âdem’e (= insan türüne) öğretilenleri (= isimleri) de bilememişlerdi. (2/31, 32.)

İradede, istemenin olduğu kadar istememenin de olduğunu bilirsek; bu durumun ilâhî irade için de geçerli olduğunu düşünürsek, mesele büyük ölçüde hâllolur. Bizim (kulluk) görevimiz, Rabbimizin istediği doğrultuda hareket etmektir. = O’nun istediğini istemek, istemediğini istememektir; Rabbimizin iradesi karşısında insanî iradeyi (= irademizi) yok saymak veya ona halel getirecek “kılıflar uydurmak” değildir. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET